İstanbul, Türk milletinin medeniyet yürüyüşünde merkezi bir rol oynamış; yüzyıllar boyunca kültürün, ticaretin ve yönetimin başkenti olmuş bir şehir. Ancak bu benzersiz şehir, tarih boyunca defalarca yıkıcı depremlerle sarsıldı. Bugün ise karşı karşıya olduğumuz deprem tehdidi, yalnızca doğal bir afet olarak değil, toplumsal huzurdan ekonomik istikrara, milli güvenliğe kadar her alanda ülkemiz için büyük riskler barındırıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “İstanbul depremi bir milli güvenlik meselesidir” sözü, şehirleşme anlayışımıza ve gelecek vizyonumuza derin bir sorumluluk yüklüyor.
Tarihte İstanbul Depremleri: Hafızamızdaki Uyarılar
İstanbul, bin yılı aşkın tarihinde birçok yıkıcı depreme tanık oldu. Her biri, dönemin sosyal dokusunu, mimari mirasını ve yönetim anlayışını derinden etkiledi:
1509 “Küçük Kıyamet” Depremi: Osmanlı döneminde yaşanan bu büyük deprem, şehrin dört bir yanında ağır yıkıma yol açtı. Binlerce ev, cami ve köprü hasar gördü, halk arasında derin bir korku ve belirsizlik hakim oldu.
1766 Büyük İstanbul Depremi: İstanbul’un büyük camileri, sarayları ve hanları ciddi zarar gördü. Şehir günlerce yangın ve yıkımla mücadele etti, Osmanlı yönetimi afet sonrası büyük bir seferberlik başlattı.
1894 Depremi: Yine Osmanlı döneminde yaşanan bu deprem, modern İstanbul’a geçişin eşiğinde kenti bir kez daha sarsarken, hem sosyal yaşamda hem mimaride kalıcı izler bıraktı.
1999 Gölcük Depremi: İstanbul doğrudan merkezinde olmasa da, Marmara Bölgesi’ndeki bu felaket, kentin deprem riskine ne kadar hazırlıksız olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu ve şehirde derin bir dönüşümü zorunlu kıldı.
Bu tarihsel depremler, İstanbul’un jeolojik gerçekliğiyle yüzleşmesini sağlamış; şehirleşme, altyapı ve yönetim anlayışında defalarca yeniden yapılanmaya yol açmıştır. Fakat her seferinde unutulan, risk yönetimi ve hazırlık kültürünün sürdürülebilir bir şekilde yerleşememiş olmasıdır.
Şehirleşme, Deprem ve Milli Güvenlik Bağlantısı
Günümüz İstanbul’unda hızlı nüfus artışı, plansız yapılaşma, tarihi dokunun ihmal edilmesi ve zayıf altyapı, şehri büyük bir depremde çok daha ağır sonuçlara açık hale getiriyor. Deprem, sadece fiziksel bir yıkım değil; toplumsal düzenin bozulması, ekonomik hayatın sekteye uğraması ve devletin güvenlik kapasitesinin zedelenmesi anlamına geliyor.
Kamu Düzeni: Deprem sonrası ortaya çıkan kaos, asayişin bozulması ve panik ortamı, şehirde güvenlik açıklarına neden olabilir.
Ekonomik Kayıplar: İstanbul’un ticaret ve finans merkezlerinin zarar görmesi, Türkiye ekonomisinin genel dengesini sarsar.
Altyapı ve Stratejik Tesisler: Enerji, iletişim ve ulaşım ağlarındaki tahribat, ülke genelinde güvenlik ve savunma zafiyeti doğurabilir.
Göç ve Toplumsal Huzur: Kitlesel göç hareketleri, hem şehirde hem de ülke genelinde sosyal huzursuzluklar yaratır.
Dış Müdahale ve Bilgi Güvenliği: Kriz ortamında siber saldırı, dezenformasyon ve sabotaj riskleri artar.
İşte bu nedenlerle, deprem gerçeği yalnızca afet yönetimi değil, milli güvenliğin de ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir.
Tarihsel Mirası ve Şehri Korumak: Sorumluluğumuz
İstanbul’un Fatih’ten Cumhuriyet’e uzanan camileri, sarayları, medreseleri ve hanları, geçmişin mirası olarak deprem tehdidi altında.
Her kayıp eser, yalnızca bir bina değil, milletin hafızasında silinen bir hatıradır.
Bu yüzden, mimari mirası çağdaş şehircilik ilkeleriyle buluşturmak, tarihi yapıları bilimsel yöntemlerle güçlendirmek ve yeni şehirleşme vizyonunda dayanıklılığı ve sürdürülebilirliği ön plana almak zorundayız.
Çözüm: Dirençli ve Bilinçli Şehirler
Bilimsel zemin etüdü ve sağlam mühendislik uygulamaları,
Tarihi eserlerin ve kültürel mirasın profesyonelce korunması,
Akıllı şehir altyapısı ve kriz yönetim planlarının geliştirilmesi,
Toplumsal bilinç ve dayanışmanın mahalle ölçeğinde güçlendirilmesi, geleceğin İstanbul’unu şekillendirecek temel adımlardır.
Sonuç: Geleceğe Sorumlulukla Bakmak
İstanbul’un depremlerle şekillenen tarihi, bize sürekli olarak riskleri hatırlatıyor.
Artık bu uyarıları dikkate almak, şehirleşmeyi risk yönetimi ve milli güvenlik bakış açısıyla bütünleştirerek hareket etmek zorundayız.
Her sağlam yapı, her korunan eser, her bilinçli adım; hem geçmişimize hem geleceğimize sahip çıkmaktır.
Unutmayalım: İstanbul’un güvenliği, Türkiye’nin güvenliğidir.
Tarihten aldığımız derslerle, geleceğe daha dirençli, daha güvenli ve bilinçli şehirler bırakmak, hepimizin ortak görevidir.