“Türk Milleti, Titre ve Kendine Dön”

GİRİŞ:
2025-12-16
saat ikonu 13:09
|
GÜNCELLEME:
2025-12-16
saat ikonu 13:17

Bir Cümlenin Çevresinde Devlet Aklı

Bazı cümleler açıklama beklemez; etrafında durmayı, ağır ağır düşünmeyi, susarak yeniden okumayı ister. Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtları’na kazıttığı o çağrı da böyledir:

“Türk milleti, titre ve kendine dön.”

Bu cümle, sadece bir hitabet gösterisi üzerinden okunursa daha en başta bir idrak kaybı var demektir. Bu söz, duygulanım üretme amacı taşımaz. Doğrudan idrak merkezine seslenir. Çünkü Bilge Kağan bu sözü bir zafer anında kurmamıştır; çözülmenin fark edildiği, dağılmanın işaret verdiği bir eşikte söylemiştir. Devlet aklı tam da böyle anlarda konuşmalıdır.

Milletler çoğu zaman bir savaş veya bir saldırıyla çözülmez. Çünkü savaşları ve her türlü saldırıyı önceden kestirebilirsiniz. Fakat görünmeyen çözülmeler, genellikle milletlerin hafızası aşındırılarak yok edilerek yapılır. Hafıza aşındığında, yön duygusu zayıfladığında, ölçü kaybolduğunda dağılma kendiliğinden başlar.

Bilge Kağan’ın yaşadığı çağda tehlikenin adı Çin’di. Tatlı söz, yumuşak ipek, konfor ve vaat… Bugün aynı yapı daha karmaşık bir biçimde dolaşımda. Tüketim kültürü, risksiz hayat ideali, hız, haz ve sürekli rahatlık telkini… Hepsi aynı kapıya çıkar: direncin törpülenmesi. Rahata alışan toplum, iradeyi yavaş yavaş dışarıya açar. Karar alma refleksi körelir. Sorumluluk duygusu geri çekilir..

İşte bu noktada Bilge Kağan’ın sesi yükselir: Titre.

Bu bir korkutma anlamı taşımaz; bir silkiniş çağrısı sunar. Uyuşmuş bilince, ağırlaşmış sezgiye, konforun içinde gevşeyen iradeye yönelir. Sana sunulan her kolaylığın, her rahatlığın ardındaki bedeli düşünmeni ister.

Ardından gelen çağrı daha derindir: Kendine dön.

Bu söz içe kapanmayı, kendi içine kilitlenmeyi, dünyadan bağımsız bir başına yasamayı anlatmak anlamında söylememiştir elbette ki. Bu söz, “Köklerle bağ kurmayı, hafızayı diri tutmayı, töreyi hatırlamayı önerir.”

Bilge Kağan için güç, başkasına benzemekten doğmaz. Güç, kendi yolunu tanımaktan beslenir. Kendi çizgisini yitiren toplum, yön pusulasını da kaybeder.

Bu yüzden Ötüken vurgusu yazıtlarda sürekli tekrar eder. Ötüken yalnızca bir coğrafya adı gibi ele alınmaz yazıtlarda. Merkez fikrini temsil eder. Devlet aklının toplandığı, bağımsız kararın üretildiği, iradenin kökleştiği alanı simgeler. Merkez zayıfladığında çevre savrulur. Başkasının gündemiyle hareket eden toplum, kendi geleceğini başkasının planına emanet eder.

Bilge Kağan içerideki çözülmeye dair uyarısını da açık biçimde yapar.

“Dokuz Oğuz kendi milletimdi” sözü bir yakınma gibi okunamaz, bu söz derin bir teşhis sunar. En büyük kırılmalar, aynı çatı altındaki bağlar gevşediğinde yaşanır. Ayrışma, bir milleti dış baskıdan daha önce kendinden uzaklaştırır. Ortak hafıza aşındığında, ortak gelecek fikri de silikleşir. Devlet aklı, birlik duygusu zayıfladığında işlevini kaybeder.

Töre meselesi bu noktada belirleyici bir yer tutar. Töre; adaletin, ölçünün, hukukun adıdır. Devletin omurgasını taşır. Töre zedelendiğinde düzen sarsılır, güven duygusu aşınır, bağlılık gevşer. Ayakta kalan yapı varlığını sürdürür gibi görünür; fakat içindeki denge yavaş yavaş çözülür.

Bilge Kağan’ın anlayışı da son derece berraktır. Yönetimin meşruiyeti halkın refahıyla kurulur. Aç doyurulur, çıplak giydirilir, yoksul güçlendirilir. Bu yaklaşım, sadece bir duyarlılık dili sunmaz; devlet aklının zorunlu şartını ortaya koyar. Toplum güç kaybettiğinde, yönetim de zeminini yitirir.

“Gece uyumadım, gündüz oturmadım” sözü makamın mahiyetini açıklar. Yönetmek, konfor üretmek anlamına gelmez. Yönetmek, yük taşımayı, bedel ödemeyi, sorumluluğu omuzlamayı gerektirir. Koltuğu amaç hâline getiren anlayış, devleti yıpratır; kurumsal hafızayı zayıflatır.

Ve belki de en sert uyarı budur:

Bilgisiz yöneticiler iş başına geldiğinde, onları sorgulamadan izleyen toplum da çözülme sürecine ortak olur. Sorgulama ortadan kalktığında akıl susar, vicdan geri çekilir. Devlet aklı, ancak bilinçli bir toplumla birlikte işler; bu bağ koptuğunda yönetim de savrulur.

Bilge Kağan sözünü taşa kazıttı. Çünkü geçici metinlere güvenmeyecek kadar zeki ve basiretli bir liderdi. Çünkü biliyordu: Hatırlanmayan, unutulan her musibet ve her ders, başka biçimlerde yeniden yaşanır. Bugün o taşlara bakıldığında görülen, sıradan bir anlatısı, öylesine ayakta duran bir tarih abidesi değildir; aslında o vakarlı duruşa anlamlandırarak bakılırsa açıkça görülür:

Karşımızda dipdiri duran, tüm çağlarını silikleşmeden aşmış, paslanmadan her döneminde parlamış yaşayan bir aynadır.
Ve o aynada hâlâ aynı cümle bize derinlerden seslenir:

Titre ve kendine dön.

Her çağda düşman bulunur.

Hafızasını yitiren millet, her çağda savrulur.