SON YAZILAR
03.08.2025
Tüm Yazıları

İstanbul... Harikulade bir şehir...Geçmişi, bugünü, geleceği...

Bu şehrin her bir sokağında bir hikâye gizli. Osmanlı döneminde kalma bir cömertlik var dokusunda… Sıfatlar, Doğu'dan Batı'ya kadar öyle zengin...

Metropol olan bu şehrin yollarında da hikayeler gizli.

Şehrin her köşesine kolaylıkla ulaşılabilir raylı sistemler mevcut. Yerin altına örülen bu ağlar, insan hayatlarını da bağlıyor.

ANCAK…

İnsanlar bu yolculuklarda uçak moduna geçiyor. Uzun süredir dâhil olduğum alanlarda gözlemlediğim bir durum söz konusu.

GÖZ GÖZE GELMEKTEN ÜRKÜYORUZ


Bilinen üzere sözüm ona akıllı telefonlarımız yer altında çekmiyor. Bunu bilerek hareket eden 5 kesim var:

1-Telefonuna oyun ya da dizi indirenler
2-Kitap okuyanlar
3- Müzik dinleyenler
4- İnsanları izleyenler
5- Hiçbir şey yapmamayı tercih edenler

İnsanlar, sanal ortam ya da sosyal medyadan uzak kaldığında, ne düşünüp, ne hissedeceğini bilemez hale geldi. Göz göze gelmekten ürker durumdayız. Bunun için bazen kulaklıklara, bazen de gözlüklerin arkasına sığınıyoruz.

Bu kez çözüm arayışına girmeyeceğim. Bunun bir çözümü yok çünkü.

Sürekli bir şeylere yetişmeye, haberdar olmaya, görünür kalmaya programlıyız. Fakat görünmekle var olmak arasındaki farkı unutmaya başladık.

İŞ DÜNYAMIZA BAĞLANMAK

İnsan bazen dış dünya ile bağlantısı kesilince, iç dünyasına bağlanabilir.

Ve belki, tam da o anlarda, kim olduğumuzu biraz daha net görürüz.
O nedenle…

Bir gün bir yeraltı hattında telefon çekmediğinde endişelenme.

Çünkü belki de o anda, asıl bağlantıyı kendinle kurman gerekiyordur.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
04.08.2025
Tüm Yazıları

Göç ve benzeri nedenlerle terk ettik ata yurdumuzu ve akıp giden insanlarla birlikte yerleştik şehir sokaklarına… Hızlı tüketimin, ev dışı beslenmenin egemen olduğu bu yeni düzende, eskiden köy fırınlarının odun dumanıyla buluşturduğu sofralar şimdi birer hatıraya dönüştü. Tandırlar, büyük kazanlar, ağır ateşler söndü; geriye yalnızca anılar kaldı.

Bir dönemin tandırda ağır ağır pişen et kokusu, bugün yüksek fırınların hızlı ısısında kayboldu desek yanlış olmaz sanırım.

Anadolu’nun birçok kentinde unutulan lezzetler, Amasya’da Cızlak’ın çıtırtısı ve efsane Diyarbakır çöreğinin bayramı anımsatan kokusu… Kim bilir belki de hepsi büyüklerimizin anlattığı hikayelerde saklı. O kocaman kazanlarda kaynayan keşkek, telaşsız bir sabahın unutulmaz anısı, şimdi kelimelerde ve yadımızda kaldı…

Anadolu’da fırın kapandı, tandır söndü.

İstanbul’da yaşayan Diyarbakırlı bir torun diş çıkardığında belki hiç tatmadı hedik lezzetini. Gümüşhaneli genç hâlâ Siron’un varlığından habersiz. Şehirli hayat, kentleşme ve göç… Her biri bu lezzet hikâyesinin peyder pey unutulmasını sağladı.

Osmanlı saray mutfağına özgü cüvariş, zülbiye gibi pek çok tatlı, Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgesinden özellikle Van ilinde Keledoş, ekşili çılbır, kadesürk, kavut, erişte aşı gibi lezzetler, Erzurum yöresine ait perverde, Balıkesir Edremit’in Sütlü Balığı, Zeytin Çorbası ve Cendere Tatlısı, Sinop mutfağından ıslama, nohutlu tavuk, keşkek, tuzlu balık, balık yahnisi, sirkeli patlıcan ve soğan aşı gibi daha pek çok ilimize ait çok sayıda lezzet bugün unutulmaya yüz tutmuş gibi görünüyor.

Bir zamanların sabırla yapılmış et yemekleri, tereyağında sarımsakla buluşan taze hamur işleri, artık yaşayan tarif değiller.

Osmanlı saray mutfağında var olan lezzetler, sanki günümüzde olmamanın hüznünü taşıyor. Ayvalı kavurmanın tuzlutatlı harmonisi ile keledoş”un asırlık lezzeti geçmişten gelen bir çağrı gibi, “ne olur bize de kıymet verin” diye.

UNUTULMAYA YÜZ TUTAN BAZI LEZZETLER

Ayvalı Kavurma – Diyarbakır

Diyarbakır mutfağının unutulan yemeklerinden biri

İskilip Dolması (Çorum)

Düğünlerde imece usulü hazırlanan bir yemek. Büyük kazanda koca parçalı etler, 3 ayaklı bir saç ve üzerine torbalar içine doldurulmuş pirinç, odun ateşinde uzun saatlerce ağır ağır pişer. Çorum merkezinde Mustafa Usta halen yapıyor bu lezzeti

Perohi (Karabük):

Boşnak göçmen mutfağından miras bir mantı türü…

Batırık (Konya / Karaman):

Yaz sofralarının hafif geçirilen çorbasalatası

Kavut (Van):

Kış sofralarının kavruk buğdayın tereyağıyla kavrulmuş tatlısı…

Cızlak (Amasya):

Sacda ince açılan hamur üzerine peynir, ıspanak ya da patates koyularak hazırlanan kıtır gözleme.

Siron (Karadeniz)

Fırınlanmış yufkaların yoğurt ve tereyağıyla buluştuğu tatlı-ekşi bir lezzet.

Gerdan Dolması (Balıkesir):

Kuzu ya da koyun gerdanıyla yapılan, pirinç, baharat, bazen ciğerli dolma.

Zülbiye (Balıkesir):

Kızartılan hamurun şerbetle buluştuğu tatlı…

Adana BamyaDolması Adana

Taze bamyanın içi oyularak etpirinç karışımıyla doldurulup pişirildiği, çok zahmetli eski bir Adana yemeği.

AdıyamanTeneHelvası Adıyaman

Adıyaman'a özgü, nişasta ve pekmezle yapılan, “habbe helvası” olarak da anılan tatlı

Abdigör Köftesi – Ağrı

Yağsız dövülmüş sığır eti, yumurta, un ve pirinç karışımı, taş tezgahlarda dövülerek elde edilir ve haşlanır.

Yakasal Böreği – Amasya

Sini büyüklüğünde üç kat hamur; katlar arasına tereyağı, yumurta. Sonrasında ocakta sininin altı‑üstü döndürülerek kızartılır.

Hibeş – Antalya

Antalya kahvaltılarında sunulan, tahin, sarımsak, limon ve biberle hazırlanan bir meze

Bolama Yemeği Aydın

Nohutlu, etli, pirinçli, yoğurtlu soslu, özellikle kuşbaşı et, arpacık soğan, salça ve domatesle hazırlanır.

Bir yığın toplumsal mesele içinde kaybolmuş mutfak hikâyelerimiz… Nihayetinde bu yemekler şahane bir lezzet olmalarının yanında kök, hikâye, komşuluk, imece ruhu taşıyan birer kültür parçaları.

Siz de büyüklerinizin tarif defterlerinden bir sayfa koparıp, bu lezzetleri yapmaya ne dersiniz? Deneyin bence. Gençlerle paylaşın, sosyal medyada anlatın, bir festivale getirin ama mutlaka unutulmaya yüz tutmuş bu lezzetleri günümüze taşıyın.

Ne var ki hâlâ bir yerlerde bir köy kadını sabah erkenden ateşi yakıyor, gün yüzü görmemiş nice lezzetler pişiriyor. Lezzetlerimizin kaybolmaması dileğiyle…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
03.08.2025
Tüm Yazıları

İstihbarat savaşlarının en kanlısı günümüzde, hiç kurşun sıkılmadan yaşanıyor. Görünmez cephelerde, devletlerin kaderi kılıçlarla değil, gizli ağlarca çiziliyor. Tarih, bu gerçeği defalarca yüzümüze vurdu. Osmanlı’nın son yüzyılına bakın; cephelerde kazandığı savaşların yanında içeriden kaybettiklerinin bedelini ağır ödedi. İngilizlerin Arap Yarımadası’nda kurduğu gizli ağlar, Lawrence’ın altın ve vaatlerle devşirdiği kabileler, savaş meydanına çıkmadan büyük bir ihanetle Osmanlı’yı içeriden parçaladı. Çöküşün en keskin darbeleri işte o gün, zihinsel işgal başladığında geldi. Bugün MİT’in “İsrail-İran modelini Türkiye’ye uyarlama” uyarısı, o tarihî dersin yeniden hatırlanmasıdır.

İran’daki tablo bize modern zamanların casusluk tekniklerini tüm çıplaklığıyla gösteriyor. İsrail’in yıllar içinde kurguladığı ağ, sadece ajan yerleştirmekle sınırlı kalmadı; toplumsal fay hatlarını derinleştirdi, ekonomik kırılganlıkları kaşıdı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları bir silah gibi kullandı. Kritik devlet görevlilerine, medya ve sivil toplum ağlarına sızıldı. “Sahte suikast” haberleriyle halkın güveni sarsıldı, toplum korkuya teslim edildi. Hiçbir füze atılmadı ama bir ülke adım adım içeriden vuruldu. Bu, yeni nesil hibrit savaşın en görünmeyen, en yıkıcı haliydi.

MİT Akademisi’nin analizinde geçen “Tersiz Türkiye” kavramı, işte bu görünmez savaşa karşı kurulacak milli kalkanın adıdır. Çünkü Türkiye yalnızca fiziki sınırlarını değil, zihinsel ve duygusal sınırlarını da korumak zorunda. Selçuklu döneminde Batinî hareketler, Osmanlı’da dış destekli iç isyanlar, 19. yüzyılda parçalanan Balkanlar… Tarih boyunca Türk devletlerinin çöküşünü hazırlayan her girişimin ilk adımı “içeriden devşirme” oldu. Bugün düşmanın yöntemi değişti, ama hedef aynı: Kardeşi kardeşe düşürmek, güveni çalmak, bir milleti kendi elleriyle parçalatmak.

Dijital çağ bu savaşın silahlarını daha sinsi kıldı. Sosyal medya üzerinden yayılan manipülasyonlar, sahte suikast haberleri, kurgulanmış fotoğraflar ve videolar, bir ülkenin dokusuna işleyen zehirli sarmaşıklardır bugün … Birkaç saat içinde bir milletin psikolojisini alt üst edebiliyor. Artık savaş meydanında ordu yok; savaş, ekranlardan, telefonlardan, zihnin en kuytu köşelerinden yürütülüyor. Ve bu savaşın kaybedilmesi, toprak kaybından daha ağır bir yenilgi demektir.

“Tersiz Türkiye” sadece MİT’in değil, tüm milletin projesi olmak zorunda. Çünkü bu model, yabancı servislerin içeride boşluk bulmasını engelleyecek bir milli güvenlik ekosistemini ifade ediyor. Bunun temelinde üç sac ayağı var: birlik ve kardeşlik duygusunun güçlendirilmesi, ekonomik-sosyal reformlarla kırılganlıkların azaltılması, dijital bilinç ve stratejik farkındalıkla psikolojik harp saldırılarına karşı kalkan oluşturulması.

Tarih bize bir gerçeği tekrar tekrar hatırlattı: Çin Seddi’nin devasa taşları Moğolları durdursa da içeriden bir ihanet kapıları açtı. Osmanlı’yı parçalayarak Sevr masasına oturtan İngiliz planlarının en büyük gücü, orduları değil, içerdeki devşirmelerdi. Bugün Türkiye aynı oyunun farklı maskelerle yeniden sahnelendiği bir dönemin eşiğinde.

MİT’in uyarısı, sadece istihbarata değil, toplumun her kesimine yapılan bir çağrıdır: Bu toprakların geleceğini korumak, sadece sınırlarımızı değil, aramızdaki güveni de korumaktan geçiyor. Eğer millet, birliğini ve akıl sağlığını kaybederse, en güçlü ordular bile o kaybı telafi edemez. Bu yüzden düşmanla savaşmak artık yalnızca cephede değil, her hanede, her okulda ve dijital ekranda yürütülmek zorunda.

Ve unutmayalım: Tarih, içeriden yıkılan devletlerin yasını tutarken hep aynı cümleyi bize hatırlatır; “Onlar savaşta değil, birbirine sırtını döndüğünde yenildi.” Türkiye, kendi yüzyılında bu hatayı tekrarlamayacak kadar büyük bir akla, köklü bir hafızaya ve yeniden dirilmiş bir milli bilince sahiptir. “Tersiz Türkiye” işte bu bilincin yeni adı, yarının güvenliğinin teminatıdır.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
03.08.2025
Tüm Yazıları

Galatasaray, yeni sezon öncesi yaptığı 5 hazırlık maçının 4’ünü kazandı ve son Lazio maçında ise beraberlikle ayrıldı. Adı üzerinde hazırlık maçı! Fakat Lazio diğer 4 takıma bedel bir performans ortaya koydu.

Bu sezon özellikle Avrupa’da başarı hedefleyen Galatasaray, acil transfer gereken noktaları bir kez daha görmüş oldu. Cimbom’un Sane ve Osimhen transferinin ardından, kaleci, stoper, sağ bek ve orta saha transferi yapması şart oldu. Bu mevkilere takviye gelmez ise Galatasaray’ın uzun lig maratonuyla beraber Avrupa’daki başarısı da hayal olur.

Yönetimin ve hocanın transfer planlamasında kaleci ve birden fazla mevkide oynayan stoper transferi planlaması var. Stoperiniz ve sağ bek oyuncunuz nokta transferler olmalı. Neden diye soracak olanlara ise geçtiğimiz 2 sezon Kaan Ayhan’ın gördüğü kırmızı kartları bir anımsasın derim... Kısacası bir oyuncu iki mevkide oynasın, düşüncesinden vazgeçilmeli ve stoper ve sağ bek ayrı olarak transfer edilmeli.

Orta sahaya gelecek olursak… Torreira, Lemina ve Sara’nın aynı anda sahada olduğunu düşünürsek ve bu oyunculardan bir tanesi cezalı duruma düşürse bu kalitede yedek kulübenin sağlam olması gerek. Okan Buruk, Lemina öncesi gibi orta saha transferini es geçerse başına dert alır.

Lazio maçında ise Sara, Torreira ve Yunus’un performansını çok beğendim. Üç oyuncuda sezona bomba gibi başlayacak gibi görünüyor. Barış Alper’in sonradan oyuna girerek hırslı tavrı da dikkatlerden kaçmadı. Sane, Kemerburgaz’da çift idman yapıyor. Lig maçına kadar form tutması muhtemel. Son olarak Osimhen’de Gaziantep maçında sahada olacak şekilde çalışıyor…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
31.07.2025
Tüm Yazıları

Oyuncuların son yıllarda yer aldıkları projelerde bölüm başına istedikleri ücretler adeta dudak uçuklattı. Popüler dizilerin yeni sezonda başlamasına yakın ortaya ücretler sonrası sosyal medyada tepkilerde büyüdü. Her hafta neredeyse 2 veya 4 milyon arası bir ücret kazanan oyuncuların bunu hak edip hak etmedikleri ise tartışılır bir konu oldu.
Çünkü öte yandan aynı diziye daha fazla emek veren çekim ekiplerinin asgari ücretten maaş alması ortadan büyük bir adaletsizliğin olduğunu gösterdi. Aynı şekilde oyunculuğu daha iyi olan bir başka oyuncunun ise daha düşük ücret alması da tartışmalar arasında yer aldı.

SEKTÖRDE TEKELLEŞME

Son yıllarda özellikler yeteneklerin azalıp, güzellik algısının ya da popülerliğin ortaya çıkması da dizi sektöründe rahatsızlık derecesinde artış gösterdi. Ayrıca bir dizinin kazancının neredeyse yüzde 60’ının sadece oyunculara gitmesi adaletsizliği gözler önüne seriyor.
Üstelik dizi ve filmler artık hem kanallarda hem de platformlarda çekiliyor. Burada sizce en çok çekim ekibimi yoksa oyuncular mı yoruluyor? Sorunun cevabı açık. Bu alanlarda resmen tekelleşme hata mafyalaşma var. Bunların örneklerini yakın zamanda menajerlik şirketlerine yapılan denetlemede de gördük.
Başarının ve yeteneğin gölgede bırakıldığı sektörde birçok oyuncu mesleğini bırakmak zorunda kalıyor. Çekim ekibindeki yetenekli kameramanlar ve birçokları ise başka alanlara yöneliyor. Bu denli adaletsizlik sektörün çöküşüne bile neden olabilir. Huzursuz hikayelere kalitesiz işlere yol açar.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
31.07.2025
Tüm Yazıları

İsrail’in Stratejisi Zafer Mi Çöküş Mü?

Savaşın galibi yoktur, yalnızca enkazın altında kalan hakikat vardır. İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyonların ilk günlerinde, dünya bir kez daha demir kubbenin gölgesinde şekillenen bir “güvenlik destanı” izlediğini sandı. Ancak tarih yazar hakiki destanı; o destanların çoğu, kan ve külden yazılır. Bugün Gazze’de yaşananlar da böylesi bir tarih sayfasına dönüşüyor. İsrail, kazandığını sandığı her mevzide aslında kendi geleceğinin temel taşlarını söküyor.

Milattan önce 279… Epir Kralı Pyrrhus, Asculum’da Roma’yı dize getirdiğinde ordusunun yarısını kaybetmişti. Zaferi zafer değil, sonun başlangıcıydı. “Bir zafer daha kazanırsam tamamen mahvolurum,” dediği o an, askeri literatüre bir kavram hediye etti: Pyrrhic Zafer. Bugün Gazze’deki manzara, bu antik trajedinin modern bir yansımasıdır. İsrail’in attığı her bomba, fırlattığı her roket, Gazze’nin üzerine değil, kendi küresel meşruiyetinin üzerine düşüyor.

Modern çağın en sert cephanesi artık bilgi ve algıdır. Sosyal medya, uydular, bağımsız raporlar, Gazze’nin yıkılmış evlerini, ölen çocuklarını, açlığa mahkûm edilen sivilleri dünyanın gözlerinin içine sokuyor. Hiçbir “kendini savunma” söylemi bu görüntüleri silemiyor. Batı başkentlerinde kitlesel protestolar, üniversitelerde yükselen öğrenci hareketleri, Avrupa’da hükümetleri sarsan öfke dalgaları, İsrail’in psikolojik üstünlüğünün çöküşünü ilan ediyor.

Küresel düzenin sessiz ortakları bile artık rahatsız. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’ndaki davası, bir ülkenin ahlaki kredisi tükendiğinde ne kadar yalnız kalabileceğinin simgesi oldu. Körfez’de Abraham Anlaşmaları ile kurulmuş ittifaklar çatırdıyor. Filistin’e duyarlı kamuoyları, Suudi Arabistan gibi ülkeleri normalleşmeyi askıya almaya zorluyor. İsrail, “dostlarını” bile ikna edemez hale geliyor.

Her askeri başarı stratejik bir kayba dönüşüyor. Gazze’nin ilhakı, toplu sürgün gibi radikal adımlar kısa vadede güvenlik getirse bile uzun vadede uluslararası yaptırımları, diplomatik izolasyonu ve kendi içlerinde derin fay hatlarını büyütüyor. İsrail’in genç nesilleri, bu politikanın ekonomik ve ahlaki bedelini yıllarca sırtında taşıyacak. Filistin direnişi ise baskı arttıkça daha da sembolikleşiyor, tüm dünyada vicdanları harekete geçiriyor.

Gazze bugün yalnızca bir savaş alanı değil; İsrail’in küresel meşruiyetini ve ahlaki otoritesini gömdüğü bir mezarlık. Psikolojik üstünlüğünü kaybeden İsrail, kuruluşundan bu yana inşa ettiği caydırıcılığını kendi elleriyle yıkıyor. Çünkü modern savaşlar artık yalnızca cephede değil, algı sahasında kazanılıyor. Dünya, Tel Aviv’in eylemlerini terörle mücadele olarak değil; orantısız güç, insan hakları ihlali ve apartheid politikaları olarak okuyor. Bu algı bir kez kırıldığında geri dönüş yoktur.

İsrail’in Gazze’de kazandığı her “zafer”, Pyrrhus’un sözünü doğrularcasına kendi mahvoluşunun bir basamağına dönüşüyor. Tarih, zafer diye yazılan bu trajediyi gelecekte bir stratejik felaket olarak anacak. Ve unutulmasın; bu fitil 7 Ekim’de, Şehit Yahya Sinvar’ın kararlılığıyla ateşlendi. O gün başlayan süreç, yalnızca Gazze’nin değil, İsrail’in de psikolojik ve diplomatik üstünlüğünün sonunun başlangıcı oldu.

Bu savaşın sonunda kazanan olmayacak; ama dünya, gerçeklerin artık hiçbir propaganda perdesiyle örtülemeyeceğini hatırlayacak. Çünkü çağımızda en güçlü silah, gerçeğin çıplaklığıdır. Ve o gerçek Gazze’de, enkazın arasında hâlâ nefes alıyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
31.07.2025
Tüm Yazıları

Startup dünyası sanki sürekli başarı hikayeleriyle dolu gibi değil mi? Herkes unicorn, herkes exit yaptı, herkes yatırım aldı... Ama ya gerçekler? Asıl hikaye, o Instagram gönderilerinin filtrelerinin arkasında: batmış girişimler, kapatılmış şirketler, yok olmuş hayaller. Ve işte bugün o tarafı konuşuyoruz.
Gururla!

İlk girişimin iflas etti mi? Harika.
Web siteni 2 kişi mi ziyaret etti, biri annen biri sen? Harika.
Ürünü çıkardın ama kullanıcılar "Ben bunu neden kullanayım ki?" mi dedi? Mükemmel. Çünkü tüm bunlar, gerçekten girişimci olduğunun işaretleri.

Başarısızlık, girişimcilik dünyasında neredeyse bir kabul törenidir.
Adeta startup üniversitesinin mezuniyet belgesi gibidir. Yalnız tek fark, töreni yok. Pasta yok. Genelde yanında bolca borç, biraz utanç ve bolca gece uykusuzluğu ile gelir.

Harika bir fikir buldun ama kimse almak istemedi. Ah be, klasik. Bu, tahmin etmeye çalışıp yanıldığın bir kehanet başarısızlığıdır. Çok değerli bir deneyim: "kimin için yapıyorum ben bu ürünü?" sorusunu artık asla atlamazsın.

Yola çıktığın kişi bir anda "ben aslında organik zeytinyağı üretmek istiyorum" dedi ve şirketi bıraktı. Ortak uyumsuzluğu, startupların sessiz katilidir. Bu tecrübe seni gelecekte insan okuma uzmanı yapar.

Sen ürünü 2020'de çıkardın ama ihtiyaç 2023te patladı. Veya tam pandemide açık ofis planlama uygulaması mı yaptın? Kader cilvesi… Ama zamanlamayı okumayı öğrenmek, girişimciliğin Jedi yeteneğidir.

Çok iyi niyet, az finans. Startupların yüzde 70’i bu şekilde sessizce göçüp gidiyor. Bu da finansal disiplini ve nakit akışını öğrenmenin sert ama etkili yoludur.

Peki Neden Başarısız Olmak Bu Kadar Değerli?

Başarısızlık, sana şunu öğretir: hiçbir şey öğrenmeden başarılı olabilirsin ama hiçbir şey öğrenmeden başarısız olamazsın.

Başarısızlık seni terbiye eder. Sana sabrı, esnekliği, ısrarı öğretir. Sana pivot yapmayı öğretir. Hayal kurarken ayaklarının yere basması gerektiğini hatırlatır. Seni insaflı bir lider, empati sahibi bir kurucu yapar.

Ve en önemlisi; seni egodan kurtarır. Başarısız olmuş bir girişimcinin egosu, sobaya düşmüş plastik gibi şekil alır. Artık daha yumuşaktır. Daha insandır.

Silikon Vadisi'nin neden "Fail Fast, Learn Faster" mottosunu benimsediğini hiç düşündün mü? Çünkü hızla başarısız olursan, bir sonraki fikrinde daha hazırlıklı olursun. Batma ihtimalin azalır. Çünkü batmayı zaten tecrübe etmişsindir.

Başarısız olmamış bir girişimciye yatırımcılar genelde temkinli yaklaşır. Çünkü o batış tecrübesi, yatırımcının risk analizi algoritmasında bonus puan gibidir. Hoş bu bizim ülkemizde daha çok ye kürküm ye modeli olarak geleneksel kültür mirası olarak genlerimize işlemiş durumda.

Gelelim kültürel tarafa. Türkiye’de başarısızlık, çoğu zaman utanç vesilesi. "Bak yine olmadı işin" diye fısıldayan akrabalar, "git devlet memuru ol" diyen baba figürü, LinkedIn'de bir anda silinen şirket profilleri...

Artık bunu değiştirmeliyiz, değiştirmelisiniz. Girişim batırmak, denemek demektir. Risk almak, konfor alanından çıkmak demektir. Bu cesaretin kendisi başlı başına övgüye değer.

Ne öğrendin? Neyi yanlış yaptın? Bunları paylaş. Belki birinin hayatını kurtarırsın.
LinkedIn'den silme, güncelle; şirketimi kapattım, ama öğrendiklerimle devam ediyorum demek cesurca ve ilham verici.

Mezuniyet gibi düşün; girişim batırmak, bir okuldan mezun olmak gibi. Diploman görünmüyor belki ama beyninde, ruhunda ve kalbinde asılı duruyor.

Yeni başlayanlara anlat; mentorluk yap. Çünkü sen artık tozu yutmuş birisin. Gerçekleri bilenlerden.

Girişimcilik bir delilik hali. Ama girişimdelik, yani defalarca düşüp tekrar kalkma kararlılığı, esas başarı anahtarı. Her batış, seni bir sonraki çıkışa hazırlıyor.

O yüzden eğer şu an bu yazıyı, kapatılmış bir girişimin enkazı üzerinden okuyorsan… seni tebrik ederim. Cesaretin var, çaban var, artık deneyimin de var. Senin hikayen daha yeni başlıyor.

Hala kendini başarısız hissediyorsan, hemen google’a en başarısız girişimler yaz. Dünyaca ünlü birçok isim, senin şu anki halinden bile daha kötü durumlar yaşamış. Ama onlar devam etti. Sen de et.

Başarısızlık, durak değil, viraj.
Virajı dön, direksiyona sıkı tutun.
Gaz sende!
Bas gaza...

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
01.08.2025
Tüm Yazıları

Bazen bir başarı hikâyesi, gazete manşetlerinden ya da sosyal medya başlıklarından daha sessiz, daha derin bir yerde yazılır. Örneğin, bir odanın köşesinde oynanan bir oyunda, bir annenin göğe yükselen duasında ya da bir gencin içtenlikle “Ben de yapabilirim” deyişinde başlar her şey.

IDA Esports’u kurarken bu yolun bizi tam olarak nereye götüreceğini bilmiyorduk belki ama bir şeyden emindik: Bu sadece bir turnuva meselesi olmayacaktı. Kadri Yeltekin’le birlikte çıktığımız bu yolculukta, gençliği, teknolojiyi ve millet bilincini aynı potada buluşturacak bir vizyon kurmaya çalıştık.

Ve şimdi, IDA Esports takımı PUBG Mobile Dünya Kupası’nda ülkemizi temsil etmek üzere Suudi Arabistan’da. Yanlarında taşıdıkları yalnızca bir turnuva heyecanı değil; bu ülkenin umudu, gençliğin kendine olan inancı ve ay yıldızlı bayrağın dijital dünyada da dalgalanma arzusudur.

Bizim neslimiz sokakta top koşturdu, yeni nesil ise parmak uçlarıyla dünyayı dolaşıyor. Ama özde değişen bir şey yok: mücadele, azim, oyun disiplini ve takım ruhu. Eskiden mahallenin gururu vardı, şimdi milletin gururu… Değişen mecra, ama ruh aynı ruh...

Oyun dünyasına uzaktan bakanlar için bu belki hâlâ sadece bir eğlence. Ama biz içeriden biliyoruz: Bu dünyada strateji var, zekâ var, saatler süren antrenmanlar, disiplinli çalışma ve yenilgiyle baş etme gücü var. Ve tüm bunların kalbinde bir duygu yatıyor:

IDA Esports’un genç oyuncuları yalnızca oyunlarıyla değil, duruşlarıyla da Türk gençliğini temsil ediyor. Bu sadece bireysel bir başarı değil, “biz buradayız” diyen kolektif bir bilincin dışavurumudur.

İhlas Holding’in Dijital Varlıkları’nı yöneten bir ekip olarak biz, bu alanda yalnızca bulunmayı değil, bu alanı büyütmeyi, şekillendirmeyi ve gençler için güvenli bir gelecek inşa etmeyi hedefliyoruz. Oyun ekosistemi her geçen gün büyüyor. Ve biz bu büyümenin kenarında durmak yerine, tam merkezinde yer almayı tercih ediyoruz.

Zira genç kuşaklar bu dünyada var oluyor. Onlara ulaşmak, onların dilini anlamak ve onlarla birlikte üretmek için bizim de bu alanlarda olmamız gerekiyor. IDA Esports, bu vizyonun sadece ilk adımı. Kurumsal markaların bu ekosistemdeki varlığı, hem gençler için güvenli bir alan oluşturuyor hem de ailelerin içini rahatlatıyor.
Oyun dünyası doğru yönlendirildiğinde, kayıp değil büyük bir kazanç; zaman israfı değil, yeteneklerin maksimum düzeyde geliştiği bir zemindir.

Bu aynı zamanda İhlas markasının genç kuşaklarla yeniden buluşmasının, tazelenmesinin ve dijital çağda daha güçlü bir konum edinmesinin de bir yoludur. Gençlerle birlikte düşünmek, üretmek, kazanmak ve hayal kurmak istiyoruz. Hatta bu sadece bugünün değil, geleceğin de yatırımıdır.

İstanbul’un ev sahipliği yaptığı Avrupa finalleri, Türkiye’nin bu alandaki yükselişinin ilk büyük adımlarındandı. Şimdi bu adım, Suudi Arabistan’da dev bir sıçrayışa dönüşüyor.
Ben de takımla birlikte orada olacağım. Sadece bir turnuvayı takip etmek için değil; bu ülkenin gençliğine, dijital geleceğine ve kolektif hayaline duyduğum güven ve yüreğimde taşıdığım büyük inançla…

Sonuçta mesele sadece bir kupa değil. Asıl ödül, Türk gençliğinin dünyaya kendi sesiyle, kendi duruşuyla ve kendi vizyonuyla konuştuğu o an olacaktır. Onlar kazanırken, inanın hepimiz kazanacağız.

Çünkü bir milletin ortak duygusu; bazen bir stadyumda, bazen bir mitingde, bazen de dijital bir final sahnesinde kurulabildiğini gösteren ilk kurumsal yapı olmak istiyoruz.

Evet, son tahlilde IDA Esports’un bayrağı yüksekte tuttuğu her an, biz de biraz daha kendimize yaklaşıyoruz sanki…
Bu sadece bir takımın değil, bu topraklarda filizlenen dijital hayallerin ve gençliğin zaferidir benim için. Ve inanıyorum ki bu yolun sonunda yalnızca kupa değil, ortak bir gelecek bizi bekliyor olacaktır.

İnşallah bu kupayı ülkemize getirmek istiyoruz. Haftaya cuma günü yeni yazımda sizlerle bu yolculuğun finalini, nasip olursa kupamızın fotoğrafını da paylaşmayı çok isterim.

Tüm dostlarımdan, kardeşlerimden ve kıymetli okuyucularımdan dualarını eksik etmemelerini rica ediyorum.

Kalın sağlıcakla…
Volkan Ormanlı

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
30.07.2025
Tüm Yazıları

Son günlerce binlerce yangın haberi okuduk. Kimisi yakın yakın çevremizde kimisini ise haberlerde gördük. Peki, bireysel olarak yangın sırasında bireysel ne gibi önlemler almalıyız?

Yangının en çok dumanının insanı etkilediğini unutmamız gerekli. O yüzen yangın çıktığında sakin kalmak çok önemli. Yangın anında paniklemek kolay, soğukkanlı kalmak zordur. Ama işin tuhafı şu ki, sadece birkaç saniyelik bir sağduyu, size ve sevdiklerinize dakikalar kazandırabilir. Öncelikle dumanın nereden geldiğini, yangının ne kadar yayılmış olabileceğini gözlemleyin.

Artık 110 değil her zaman 112'yi aramalıyız

Eskiden ayrı numaralar vardı, şimdi tüm acil durumlar için 112’yi arıyoruz. Yangın sorasında panik halinde sakinliğinizi koruyun ve 112’yi arayarak itfaiyeye ulaşın.

Yangın sonrası toplanma alanları

Yangından uzaklaşsanız bile güvenli bir alana geçmeniz gerekir. Her binanın bir toplanma noktası olması gerekir. Toplanma alanınızı bilmiyorsanız bile açık ve geniş bir alana geçmeniz büyük önem taşır.

Çıkış yolu kapalıysa, kapınızı kapatın ve altına ıslak havlu, battaniye gibi şeyler koyarak duman girişini engelleyin. Camdan yardım çağırın ama asla atlamayın.

Büyük orman yangınlarında bireysel olarak neler yapılmalı?

Orman yangınlarında video çekmeye çalışan ve bilinçsizce hareket eden insanları gördük. Orman yangınlarında kendi hayatınızı riske atmamalısınız. Orman yangınları, ev yangınlarından çok daha büyüktür. Elinizdeki pet şişe ya da küçük bir kovayla bir yangını söndüremezsiniz. Bu durum için yetkili kişileri beklemeniz gerekir.

Tahliye emirlerine uyun ve kesinlikle yetkilileri dinleyin

Evini terk etmek istemeyen insanlardan olmayın. Eğer jandarma ya da AFAD size "bölgeyi terk edin" diyorsa, itiraz etmeden tahliye olun.

Ormandaki canlılar dumandan etkilenir ve suya ihtiyaç duyar. Bu sebeple küçük küçük kaplara su doldurun.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
29.07.2025
Tüm Yazıları

Bugün bu köşe yazımı özel bir kişiye yazmak istedim. Yaklaşık altı yıldır Şanlıurfa’da görevimi ifa ediyorum. Genelde ekonomi ve dış ticaret gibi konularda yazmaya özen gösteriyorum. Ama güncel konulara da duyarlı olmaya çalışıyorum. Bu gün size yaşadığım yerde ozel biri olan Koçali Aymaz isimli abimizden bahsetmek istiyorum. Sizlerin huzurunda Gençlik ve Spor Bakanımızından bir taleptede bulunmak istiyorum. Siverek'in çetin coğrafyasına rağmen ayakta duran, dimdik duruşunu bozmayan bazı insanlar vardır. Herkesin derdi başka iken onların tek derdi memleket olur. İşte Koçali Aymaz, Siverek için böyle bir isimdir. Bugün, memleketin her sokağında, her okulunda, her gencin duasında izi olan bu büyüğümüzün adını, hayattayken yaşatmak boynumuzun borcudur.
Kendisi nerde eğitim konusunda bir sorun olsa orda olur, nerede bir gencin başı ağrısa arkasında durur. Ve bir şehrin tamamı tarafından saygı gören birisi. Şuan belki ömrünün son yıllarında ve yalnız yaşıyor artık. Sayın Gençlik ve Spor Bakanımız Osman Aşkın Bak’a buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum: Siverek’te yapımına başlanan yeni öğrenci yurduna, “Koçali Aymaz Öğrenci Yurdu” adının verilmesi, yalnızca bir isimlendirme değil, bir nesle vefa dersi, bir millete örnek davranış olacaktır. Koçali Aymaz, yıllardır Siverek’te yurt yapılması için gece gündüz uğraşmış, fakülte kurulması için bürokrasiyle defalarca görüşmüş, gençliğin istikbali için yollara düşmekten hiç vazgeçmemiş bir ak sakallıdır. Onun mücadelesi bir şahsi çaba değil, bir memleket davasıdır. Siyasetten beklentisi olmadan, unvan peşinde koşmadan, yalnızca "bu topraklarda bir çocuk daha okusun, bir genç daha tutunabilsin" diyerek yürümüştür. Bugün o yurtta kalacak her genç, onun duasında ve mücadelesinde bir yer tutmuştur. Şimdi o yurdun tabelasında da onun adı yer alsın istiyoruz. Çünkü hayattayken kıymet bilmeyi, vefa göstermeyi, yaşayan değerlere sahip çıkmayı bilen bir milletiz biz. Sayın Bakanım, Koçali Aymaz ismini bu yurda vermek, yalnızca bir tabela meselesi değildir. Bu karar, Türkiye’nin dört bir köşesinde benzer mücadeleleri veren nice isimsiz kahramana da umut ve örnek olacaktır.Vefa, güçlülerin değil, vicdanlıların meziyetidir. Gelin, Siverek’in vicdanı olan bu ismi, memleketin geleceğini inşa eden bir yurtta sonsuzlaştırarak tarihe not düşelim.

Saygı ve hürmetle,

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş