Türkiye'de en popüler sosyal medya platformu 58,4 milyon kullanıcı ile Instagram'mış. Kullanıcıların platformlarda geçirdikleri süreye bakıldığında, ayda ortalama 32 saat 36 dakika ile Instagram başı çekiyor... Yani rutin bir çalışanın ayda 1 günlük, yılda ortalama 12 günlük mesaisinin kesilmesi demek...
...
Geçtiğimiz günlerde bir story paylaştım. Müziği severim, her anın bir melodisi olduğuna inandığım için o story‘e de bir fon müziği koydum. Bir arkadaşım yanımdayken kafa dağıtmak için Instagram’a girdi birkaç dakika. Hikayeleri kaydırıyor. Kulağım fena değildir. Benim paylaştığım, yaklaşık 15 saniyelik videoyu, 1 saniyede geçti.
“Az önce benim hikayemi es geçtin,” dedim. Kahkaha attı…
Kendi hikayemiz bile bize sabredilmeyecek kadar 'fazla' gelmeye başlamışken, başkasının hikayesinde durmak, empati kurmak, merak etmek ya da sadece birkaç saniyeliğine olsun orada olmak neden bu kadar zorlaştı?
Aslında sadece hikayeleri değil, insanları da kaydırıyoruz. İlişkileri, duyguları, doğanın sesini... Ne hissettiğimizi bile bazen uygulama hatırlatıyor: “Bugün ne hissediyorsun?”
Ve biz de içimizden geleni değil, dışarıdan beğenileceğini düşündüğümüz şeyi seçiyoruz. Çünkü gerçek duygular, filtrelenmemiş bir yüz gibi, fazla çıplak geliyor göze. Kırılganlık artık cesaret değil, zaaf olarak okunuyor.
O yüzden üzülmek yerine gülen emoji, sıkılmak yerine paylaşımlar; konuşmak yerine story atıyoruz.
Ama hayat bir algoritma değil. Kaydırdıkça değil, durup baktıkça güzelleşiyor.
Sosyal medya, elimizin altında bir pencere olabilir. Ama dışarıda, gerçekten dokunulabilir bir dünya var. Renkleri filtrelenmemiş, sesi bozulmamış, gerçek kokular taşıyan bir dünya. Belki de aradığımız iyilik, huzur, sevgi, birinin paylaştığı videoda değil, kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız anda saklıdır.
Çünkü biz, anı biriktirmeye çalışırken an’ı kaçıran aptallar silsilesiyiz.
Ve hikâyeleri kaydırırken, belki de en çok hayatıkaçırıyoruz.