Son dönemlerde özellikle sosyal medyada karşılaştığım bir kavram var: OVERTHİNK...
Araştırdım biraz, aşırı düşünme hali demekmiş. Daha derine inersek, anlık keyif ve haz yaşarken, bir anda gelecek kaygısı ya da geçmiş sorunsallarımızın beynimizi manipüle ettiğinde yaşadığımız duygu durum bozukluğu da denebilir...
Bu durum sosyal medyada bazen yazı, fotoğraf ya da mini videolarla mizansen şekilde kullanılıyor.
'Overthink saatimde ben…'
Aşırı düşünme (overthinking), literatürde çoğunlukla kaygı bozukluklarıyla ilişkilendirilse de, aslında insan zihninin doğal bir işleyiş biçimi. Beyin, tamamlanmamış olaylara takılı kalıyor, belirsizlikleri sindiremiyor ve bazı cevapları alamadığında o boşlukları kendi hikâyeleriyle doldurmaya çalışıyor.
Bu da çoğu zaman “neden böyle oldu, ya şöyle olsaydı, ben yanlış mı söyledim, ya aslında öyle değilse?” gibi iç konuşmalara evriliyor.
Bir anlamda, zihin kendiyle didişiyor.
Ancak burada ince bir çizgi var: Overthinking bir duygu değil, bir düşünme biçimi. Ve biz onu romantize ettikçe, kendimizi içinde boğulmaya izin verdiğimiz bir havuz gibi yaşamaya başlıyoruz. Mizah eliyle dokunduğumuz bu durum, bir süre sonra duyarsız bir farkındalığa dönüşüyor: Farkındayız ama değiştirmiyoruz.
Elbette melankoli insani bir hâl. Hatta bazen ruhun nefes alabilmesi için düşüncelerle yalnız kalmaya ihtiyacı da var. Ama bununla özenilesi bir kaos gibi gururlanmak, “duygu istifçiliği”ne dönüşüyor.
Zihin, bir tarla düşünce ise tohumdur. Ama her geleni ekmek zorunda değiliz..
Şayet yine bir gün 'overthink' saatine yakalanırsak şu sorular çok mühim:
DUR, DİNLE, SOR...
Çünkü bazen sessizlikte bir fırtına değil, sadece sükûnet vardır.