SON YAZILAR
15.09.2025
Tüm Yazıları

77’ncisi düzenlenen Emmy Awards gecesinde Filistin rüzgarı esti. Sahneye çıkan sanatçıların çoğu ödüllerini Filistin halkına armağan etti.

Ancak gecede en çarpıcı isim ise Yahudi asıllı Hannah Einbinder oldu. Einbinder, törende, Hacks dizisindeki rolüyle “Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülü aldı. Teşekkür konuşması için sahneye çıkan genç oyuncu, Özgür Filistin sloganı attı. Seyirciler dakikalarca kendisini alkışladı. Dünyaca ünlü isimlerin korkusuzca İsrail’i bir devlet olarak kabul etmemeleri ve Filistin çağrısı yapması adeta hepimize ders olmalı. Milyonlarca çocuğun öldürüldüğü insanların aç bırakıldığı soykırım savaşına karşı bu direnişte dünyaca ünlü isimlerin politikaları takdir edilmesi lazım.

3 maymunu oynayan devletlerin yanında cesurca Özgür Filistin sloganları atanlar arasında aynı zamanda Oscar ödüllü İspanyol sinema oyuncusu Javier Bardem de yer aldı. Ödül öncesi röportaj veren Bardem, İsrail’in yürüttüğü soykırımı destekleyen yapım şirketleriyle çalışmayacağını ve boykot edeceğini belirtti.

Özgür Filistin ifadesini vurgulayan Bardem, İsrail’e bir an önce ticari ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi gerektiğini vurguladı. İsrail lobilerini destekleyen ve meşrulaştıran her kuruma karşı savaşacağını belirtti. Ayrıca Bardem, törene Filistin’i simgeleyen bir atkı ile katıldı.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
15.09.2025
Tüm Yazıları

Dünyada Türk Gastronomisi adına güzel şeyler oluyor; yüzyılların mutfak mirası, yeni tekniklerle yeniden yorumlanıyor, Anadolu’nun kadim tatları sınırları aşarak uzak coğrafyalarda sofralara konuk oluyor. Bu alanda uzman akademisyenler yazdıkları eserlerle Türk mutfağını evrensel bir dil hâline getiriyor.

Gastronomi bir mutfağın zenginliğini anlatır elbet ancak aynı zamanda bir milletin kültürel hafızası, coğrafi çeşitliliği ve bilimsel üretkenliğinin de aynasıdır. Bugün bu aynaya bakarken Türkiye’nin adını, uluslararası sahnede bir kez daha gururla duyuracak bir gelişmeyi sizinle paylaşmanın heyecanını yaşıyorum.

Bilimsel Çalışmadan Küresel Onura

Balıkesir Üniversitesi Turizm Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mehmet Sarıoğlan ve yine aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Gastronomi ve Mutfak Sanatları öğrencisi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi mezunu Rana Şat, kaleme aldıkları iki ayrı eserle gastronomi dünyasının en prestijli ödüllerinden 31. Gourmand World Cookbook Awards’ta çifte başarı elde etti.

“Gastronomi Oscar’ı” veya “Gastronomi Nobel’i” olarak anılan bu ödüller, birer takdir belgesi tabi ki ama aynı zamanda bir ulusun mutfak kültürünün bilimsel yöntemlerle dünya vitrinine taşınmasının da nişanesidir diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?

İki Kitap, İki Kıta, Tek Gurur

Kazanan eserlerden ilki, “Menuization of the Local Dishes of Mediterranean, Eastern Anatolia, Aegean, Southeastern Anatolia, Central Anatolia, Black Sea and Marmara Geographical Regions, The Pearl of Turkish Cuisine, With the Deconstruction Method” başlığını taşıyor. Livredelyon Yayınevi’nden çıkan bu çalışma, Türk mutfağının yedi coğrafi bölgesine ait yerel yemeklerini “deconstruction” (yapıbozum) yöntemiyle ele alarak hem geleneği hem de modern gastronomi yöntemlerini uyum içinde buluşturuyor Kitap, A06 Special Awards kategorisinde dünya çapında ödüle layık görüldü.

İkinci eser ise, “The Effects of Food Consumption Habits of Generations X, Y and Z on Food Menus”. Özgür Press tarafından yayımlanan bu bilimsel kitap, kuşakların beslenme alışkanlıklarını inceleyerek, gastronominin bir mutfak olmasının ötesinde bir sosyoloji, psikoloji ve ekonomi meselesi olduğunu gözler önüne seriyor. Bu eser, B02 Best of the Best – Food Science kategorisinde “dünyanın en iyisi” ödülünü aldı.

Her iki kitap da gastronomi biliminin damak tadına hitap ettiği kadar düşünceye, araştırmaya ve kültürel mirasa hizmet ettiğini gösteriyor.

175 Ülkeden 930 Aday Arasında Bir Türk İmzası

Bu ödüllerin kıymetini anlatan en önemli nokta ise şudur: 175 ülkeden 930 adayın yarıştığı böylesi bir platformda Türk kitapları olarak dereceye girmek. Bu, akademik üretkenliğin uluslararası sahnede yankı bulmasının, bilimsel metodoloji ile kültürel zenginliğin buluşmasının en somut örneklerinden biri olsa gerek

Prof. Dr. Mehmet Sarıoğlan ve Rana Şat’ın ifadeleriyle, bu ödül sadece bireysel bir başarı değil; Türkiye adına dünyaya verilmiş güçlü bir mesajdır: “Bizim mutfağımız lezzetli sofralarla birlikte akademik kürsülerde, bilimsel kitaplarda ve dünya ödül platformlarında da yer almaya başlıyor.”

Bilimin Mutfağı ya da Mutfağın Bilimi

Bu gelişme bizlere şunu hatırlatıyor: Gastronomi artık aşçılık mesleğinin çok ötesinde gerçekten de çok kıymetli bir bilim dalıdır. Kimya ile biyolojiyi, tarih ile antropolojiyi, coğrafya ile kültürel hafızayı aynı sayfada buluşturur. Menü tasarımından tüketim alışkanlıklarına, geleneksel reçetelerden çağdaş uygulamalara kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Yani çok kapsamlıdır.

İşte bu nedenle, söz konusu ödül iki kitaba verilmiş olsa da yanında Türkiye’nin mutfak kültürünün akademik ciddiyetle ele alınmasına ve uluslararası bilimsel standartlara taşınmasına da verilmiştir.

X Y Z kitabında kuşakların beslenme alışkanlıklarına göre menü entegrasyonu yapılması, Dekontrüksiyon kitabında ise 7 coğrafi bölgenin 7 coğrafi işaretli yemeğinin moleküler ve füzyon teknikleriyle geleneği ve özgünlüğü korunarak yeniden menü reçetesi olarak denenmesi, hem sektöre hem de akademiye önemli katkılar sunuyor.


Özetle,

Bugün gururla söyleyebilirim ki; Türk mutfağı artık uluslararası restoranlar ve global sofralarda olduğu kadar Lizbon’da sahneye çıkan akademik kitaplarda da temsil ediliyor. Bu hem Balıkesir Üniversitesi’nin hem de ülkemizin gastronomi dünyasına armağan ettiği büyük bir başarıdır.

Türk mutfağı yüzyıllardır nice imparatorlukları doyurdu; şimdi ise bilimsel kalemlerle dünyayı besliyor. Ve biz biliyoruz ki; mürekkep dolu bu kalemler, kültür, emek ve bilimi de taşıyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
15.09.2025
Tüm Yazıları

Bir gün Morpheus karşımıza dikilse, masaya iki hap koysa: Mavi hapı seçersen aynen devam, hayatın gerçeklerini unut, konforunda yaşa. Kırmızı hapı seçersen hakikati gör, gerçek dünyaya uyan, canın yanacak ama özgür olacaksın. Biz hangisini seçerdik?

Şimdi soruyorum size 2025’teyiz. Teknoloji öyle bir hızla yükseldi ki; yapay zeka sabah kahvaltımızı hazırlıyor, blok zinciri parayı yeniden yazıyor, metaverse gömleğini değiştiriyor. Kısacası elimizde yeni Matrix versiyonu var. Ama bu sefer Morpheus değil, Elon Musk ve onun gibiler göz kırpıyor. Şimdi bir kez daha düşün! Hangi hapı seçerdin?

Mavi Hap, kanka uğraşma, algoritmalar seni mutlu etsin modu. Mavi hapı seçersen, algoritmaların pamuk şeker dünyasında yaşayacaksın. Tiktok sana sonsuz kaydırma verecek, instagram filtreleri seni olduğundan daha ışıltılı ve son dönem vazgeçemediğiniz filtreli gösterecek, Amazon neye ihtiyacın olduğunu sen fark etmeden kapına getirecek.

Baş ağrın mı var? AI doktorun var. İş mi lazım? AI patronun var. Eş mi lazım? AI Tinder zaten sana en uygun kişiyi tanımlamış bile.

Mavi hapın cazibesi de tam olarak bu: Rahatlık. Konfor. Sorumluluk sıfır. Tüm kararlarını senin yerine daha akıllı olduğu iddia edilen algoritmalar veriyor.

Mavi hap, sana sadece mutluluk illüzyonu satıyor. İçin boş, beynin dolu bildirimlerle. Ve işin kötüsü, sen fark etmeden sistemin hamallığına dönüşüyorsun. Like at, veri bırak, satın al, kaydır, tekrar et.

Peki ya kırmızı hap: Gerçeği gör, riskini al!

Kırmızı hap dediğin şey tam bir ters köşe. Çünkü bu hapı yutunca öyle her şey aydınlanmıyor. Tam tersi, kafana dank ediyor: Dünya iklim kriziyle uğraşıyor, gelir eşitsizliği uçurum gibi büyüyor, yapay zeka işimizi elimizden alabilir, demokrasi algoritmalarla manipüle ediliyor. Kırmızı hapın güzelliği de bu! Hakikat acıtır. Ama aynı zamanda sana seçim yapma gücü verir. Konfor alanını bırakıp ben de bu geleceğin inşasında varım deme şansı verir. Bir nevi girişimcilik gibi. %90 batarsın ama ya %10 dünyayı değiştirirsen? Bu açıdan bakınca oldukça zahmetli fakat özgür.

İnsanlık hangi hapı seçiyor sizce?

Bence insanlığın %90’i mavi hap modunda. Çünkü kolay. Çünkü rahat. Çünkü Netflix sana bir sonraki bölümü otomatik başlatıyor, kim uğraşacak kırmızı hapla?

Ama kalan %10 var ya… Onlar kırmızı hapı yutmuş durumda. Bilim insanları, iklim aktivistleri, çılgın girişimciler, 'ben bu gidişata dur diyeyim' diyen herkes. Teknolojinin bize verdiği oyuncaklarla uyutulabiliriz, ama aynı zamanda aynı teknolojiyle dünyayı bambaşka bir yere taşıyabiliriz.

Ben olsam hangisini seçerim?

Açık söyleyeyim, mavi hap çok tatlı duruyor. Kim istemez ki sabah kalkınca AI kahve getirsin, VR gözlük takıp Bora Bora’da tatil yapsın? Ama içim biliyor... Böyle giderse on yıl sonra kendi kararlarını vermeyi unutan, her şeyi sistem”e bırakmış bir sürü dijital zombiye dönüşürüz. Hepinizin cehalet mutluluktur dediğinizi duyar gibiyim.

O yüzden ben kırmızı hapı seçerim. Belki canım yanar, belki sistem bana 'deli' der, belki herkes Tiktokta dans ederken ben tek başıma yapay zekanın karbon ayak izi nedir? diye sorarım. Ama olsun. Çünkü gerçek olan tek şey o soruların peşine düşmek.

Peki; ya başka seçeneklerimiz varsa!

Belki de gerçek soru mavi mi, kırmızı mı? değil. Belki üçüncü bir hap var! Mor hap. Ya da hiç hap yok.

Yani hem teknolojiyi kullanıp hem de ona köle olmamak. Hem yapay zekanın nimetlerinden faydalanıp hem de farkındalığını kaybetmemek. Yani kırmızı hapın bilinçliliğiyle, mavi hapın konforunu harmanlamak.

Çünkü kabul edelim, sabah AI kahvaltıyı hazırlasın istiyoruz ama akşam da gerçek sorunlarla yüzleşmek zorundayız.
İşte insanlığın yeni meydan okuması!

Hangi hapı seçersen seç, önemli olan uyanık kalabilmek...

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.09.2025
Tüm Yazıları

Olimpiyat Stadyumu’nda 73. Dakikaya kadar süren sessizliği ve kilitli Eyüpspor defansını kaptan Icardi açtı. Bu sezon 4 maçta forma giyen ve henüz %100 performansına ulaşamayan kaptan her şeye rağmen toplam 3 golle lige iddialı giriş yaptı. Sarı-kırmızılı takım Süper Lig’de geride bıraktığı 5 haftada en zor maçına Eyüp karşısında çıktı. Ev sahibi ekip, Galatasaray’a karşı son dakikaya kadar savunma yaptı ve kontra ataklarla etkili olmaya çalıştı. Galatasaray ise pozisyon bulmakta ve üretken olmakta zorluk çekerken sahneye Icardi ve Yunus çıktı ve fişi çekti.

İlkay yükleniyor

Okan Hoca’nın ilk kez forma verdiği İlkay ise kalitesini kısa paslarla gösterdi. Akan oyunda takım arkadaşlarına rehber olmayı başardı. Tabi ki İlkay’ın da takıma iyice alışması ve tempo tutması 1-2 maçı daha bulacak gibi.

Barış geri döndü

Takıma ruhen tekrar dönen Barış Alper ise oyuna dahil olduğu süreden itibaren takımının itici gücü olmayı başardı. Galatasaray üst üste pozisyonlar buldu. Fakat Barış’ın tek hatası bir pozisyonda Ahmed Kutucu’yu görmemesi oldu. Icardi’ye gol pasını veren Ahmed, Barış’tan da aynı pası bekledi. Kısacası gündüz maçı Galatasaraylı futbolcuları oldukça zorladı. Şampiyonlar Ligi mücadelesi öncesi bu karşılaşma skor anlamından moral ve motivasyona sebep oldu.

Not: Olimpiyat Stadyumu’nda mücadeleyi takip eden basın mensupları içmeye bir bardak su bulamadı. Çünkü stadyumun basın tribününde su yoktu. Teknik adamlar, futbolcular Olimpiyat Stadyumu’ndan ne kadar memnun ise basın mensupları da o kadar memnun!

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.09.2025
Tüm Yazıları

Geçtiğimiz hafta bir kongre vesilesiyle Kazakistan’ın Türkistan şehrindeydim. Kongre yoğunluğunun ardından, gözlem amacıyla Özbekistan’ın başkenti Taşkent ve tarihî Semerkant şehirlerini ziyaret etme imkânı buldum. Bu üç şehir, sadece tarihi miraslarıyla değil, aynı zamanda geçirdikleri sosyo ekonomik dönüşümle de dikkat çekiyor. Gezi boyunca bana eşlik eden kıymetli genç arkadaşlarım Muhammed ve Ceyda’ya da buradan selamlarımı iletmek istiyorum.

Maneviyatın ve Yatırımın Buluşma Noktaları

Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi’nin manevi mirasıyla anılsa da bugünlerde Kazakistan hükümetinin yoğun yatırımlarıyla hızla modernleşen bir merkez hâline gelmiş durumda. Şehirdeki yeni havaalanı, oteller, üniversite kampüsleri ve kültür merkezleri, Türkistan’ı sadece dini turizm değil aynı zamanda bölgesel kongre ve iş toplantılarının da cazibe merkezi yapmış gibi duruyor. Ekonomik olarak hâlâ Almatı ve Astana’nın gerisinde olsa da, devletin stratejik yönlendirmeleri Türkistan’ı bir “manevi başkent” olmanın ötesine taşıyor. Bu, Orta Asya’da şehirlerin kimlik inşasında maneviyat ve kalkınmanın nasıl iç içe geçtiğinin güzel bir örneği.

Özbekistan’ın başkenti Taşkent ise, Sovyet planlı şehir yapısını hâlen hissettirse de yeni dönemde girişimcilik ve hizmet sektörüyle öne çıkıyor. Caddelerdeki hareketlilik, alışveriş merkezlerinin canlılığı ve genç nüfusun dinamizmi, Taşkent’in bir bölgesel ticaret merkezi olduğunu gösteriyor. Son yıllarda yapılan reformlar, dışa açılma politikaları ve yatırım teşvikleri şehirde belirgin bir canlılık yaratmış. Özellikle finans ve bilişim alanındaki adımlar, Taşkent’i geleceğin bölgesel teknoloji üssü hâline getirme potansiyeli taşıyor. Tabi şaşlık kebabı ve ozbek pilavını yemeden ayrılmadık.

Tarih ile Kalkınmanın İç İçe Geçtiği Şehir

Semerkant ise, Timur İmparatorluğu’nun ihtişamını hâlâ yansıtan Registan Meydanı ile büyüleyici bir tarihî dokuya sahip. Ancak şehir sadece geçmişin ihtişamı ile yetinmiyor; aynı zamanda turizm gelirlerini çeşitlendirmeye, ulaştırma altyapısını güçlendirmeye ve üretim kapasitesini artırmaya odaklanıyor buda çok net anlaşılıyor. Özellikle Çin’in Kuşak-Yol girişiminde önemli bir lojistik durak olan Semerkant, gelecekte sadece kültürel değil, ekonomik bir merkez olma yolunda ilerliyor. Şehirde gözlemlediğim en önemli nokta, tarihi mirasın korunmasıyla modern gelişmenin dengeli biçimde yürütülmeye çalışılması oldu. Ve tabi ipek yolunda hiz limitinin 70 olması her kilometrede bir radar bulunması biraz ulaşımımızı aksatsa da keyif almadım diyemem.

Kısacası Türkistan, Taşkent ve Semerkant üçgeni, Orta Asya’nın sosyo-ekonomik dönüşümünü anlamak için önemli bir örnek teşkil ediyor. Türkistan maneviyat ve yatırımı, Taşkent modernleşme ve girişimciliği, Semerkant ise tarih ile kalkınmayı buluşturuyor. Orta Asya’da Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesinde gelişen iş birlikleri de bu şehirlerin geleceğini daha da parlak kılacak gibi görünüyor. Bölgeyi gezerken gördüm ki, sadece şehirler değil, toplumlar da büyük bir dönüşümün içinde. Eğitim düzeyindeki yükseliş, girişimcilik ruhunun güçlenmesi ve turizme yönelik uluslararası açılım, Orta Asya’nın önümüzdeki on yıllarda daha da fazla konuşulacağını gösteriyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.09.2025
Tüm Yazıları

Haber, insanlığın kendi hikâyesine tuttuğu aynadır. Fakat son yıllarda bu ayna gereğinden fazla tozlanıp, bulanıklaştı. Öyle değil mi gerçekten? Yani onlarca başlık, yüzlerce içerik, milyonlarca kelime arasında insan kendi sesini duyabiliyor mu dersiniz? İşte “Benim gündemim nerede?” diye sorabilen bir okur, bu kalabalığın arasında boğulup kalmadan kendi sesini duyabiliyor mu sahiden?

İşte TGRT Haber, bu gürültüyü aşmak için yeni bir yol, yeni bir sayfa açtı habercilik alanında. Evet, yapay zekâ destekli kişiselleştirilmiş habercilikle karşınızdayız artık. Ama bu yalnızca teknik bir hamle değil; bu, insanı yeniden merkeze alan bir anlayışın başlangıcıdır bana göre... Artık okur, okurlarımız rastgele başlıkların arasında savrulmayacak; kendi gündeminin ışığında, kendi yolculuğuna rahatlıkla çıkabilecek. Okudukça daha çok anlaşılan, anlaşıldıkça daha çok bağ kuran bir habercilik anlayışını hizmete almış olduk.

Elbette yapay zekâ destekli bir haber sitesi yapmakla her şey tamama ermiyor. Bunun farkındayız. Yani tüm ekip söz konusu yeni teknolojinin tek başına hiçbir zaman bir kurtuluş olmadığının farkında. Eğer bir vizyonunuz yoksa, insanı merkeze almamış, mihenk taşı yapamamışsanız, en gelişmiş yapay zekâ bile bir algoritmadan başka bir şey değildir! İşte bizim farkımız da yönümüzü pusulasız bırakmamamızdır. Bu pusula her daim insandır, insanı kemale erdiren, ona mana veren meşhur merakı, hakikati arayış serüvenimiz devam edecek.

Bugün, hakikat yolculuğun henüz başındayız. Eksiklerimizi görüyoruz, geliştirilmesi gereken alanları da inkâr etmiyoruz. Yönümüz açık: Haberi çöplük olmaktan kurtarıp, yeniden insana dokunan bir hikâyeye dönüştürmekte son derece kararlıyız.

Her ne kadar bu yolculuk TGRT Haber’le başlamış olsa da burada kalmayacağından emin olabilirsiniz. İhlas Holding’in Dijital Varlıklar çatısı altındaki bir diğer güçlü markamız olan Türkiye Gazetesi için de hazırlıklarımızı yaptık onu da inşallah en kısa sürede yapay zekâ ile kişiselleştireceğiz. İnanıyoruz ki haberciliğin geleceği, tek tip başlıklar arasında kaybolan kalabalıkta değil, okurun kendi dünyasında saklı olan bağıntılarıdır. Öyle ya herkesin kendine ait bir gündemi var. Bize göre habercilik de bu gündemlere kulak verirse gerçek anlamını kendi kendine bulacaktır diye düşünüyoruz.

Bugün attığımız adım, yalnızca bir yenilik değil; yarının haberciliğinin de habercisidir. Türkiye’nin medya ufku, artık daha kişisel, daha derin, daha insana yakın bir yere doğru yol almalı.

Biz bugün haber çöplüğünden çıkışın ve insana dokunan yeni haberciliğin yolculuğuna sizlerle birlikte başlamış olduk.

Haftaya Cuma tekrar görüşmek üzere, kalın sağlıcakla…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.09.2025
Tüm Yazıları

İpek Filiz Yazıcı’nın verdiği röportajda Aşk 101 filminde oynadığı dönem yaşadığı bir olayı paylaştı. Ayakları rahatsız olduğu için ayakkabısını değiştiriyor. Devam sahnesine de kendi ayakkabılarını çıkarmayı unutuyor. Burada kostümcü dikkat etmeli miydi? Evet suç sadece kostümcüde mi? İpek Filiz Yazıcı durumu yönetmene söyledikten sonra kostümcüyü bir daha sette görmediğini belirtmiş. Bu durumu kostümcüye söylemeli, en az onun kadar suçu üstlenmeliydi. Ancak İpek Filiz Yazıcı röportajında ne diyor “Benim hatam gibi de”.

Kostümcünün işlerinden biri de bu gerçekten. Takip etmeli. Hatta bazı kostümcüler devam sahnelerde kostümlerin fotoğraflarını çeker, ve daha sonra o fotoğrafa göre ayarlama yapar. Bu durumda İpek Filiz Yazıcı haber vermeli miydi?, Kostümcü ayakkabılara kesinlikle dikkat etmeliydi çünkü işi bu.

Burada bir zincirleme aksaklık söz konusu. Kostümcünün işi sahnelerdeki kıyafet sürekliliğini sağlamaktır. İyi bir kostümcü, sadece tasarım değil, sahne bütünlüğünü korumakla, devam sahneleri takip etmekle görevlidir. Kostümcü gerekirse fotoğraf çeker, notlar alır.

Ancak bu örnekte sadece kostümcüyü suçlamak da doğru olmaz. Çünkü sette her şey ekip işidir. Eğer oyuncu, ayakkabısını değiştirmek zorunda kalmışsa bu değişikliği kostüm departmanına ya da herhangi sorumlu kişiye bildirilmelidir. Oyuncular da sahne devamlılığına katkı sağlamakla yükümlüdür.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.09.2025
Tüm Yazıları

Arap Baharı’nın üzerinden on yılı aşkın süre geçti. Tunus’ta bir gencin kendini yakmasıyla başlayan dalga, kısa sürede Mısır’dan Libya’ya, Suriye’den Yemen’e kadar uzandı. Demokrasi umudu, kısa zamanda iç savaşlara, dış müdahalelere ve otoriterleşmeye dönüştü. Bir kez daha görüldü ki: Küresel kırılganlık yerel kalmıyor, bölgesel ve küresel sarsıntılara dönüşüyor.

Bugün benzer bir tablo Asya’da karşımıza çıkıyor. Çin’in yükselişi, Hindistan–Pakistan gerilimi, Myanmar’daki çatışmalar, Tayvan üzerindeki baskı, Afganistan’daki belirsizlik… Asya artık yalnızca ekonomik üretimin değil, aynı zamanda küresel fay hatlarının da merkezi. Bu ortamda küçük ülkeler bile büyük dengeleri değiştirebiliyor. Nepal bunun en çarpıcı örneği.

Himalayaların Gölgesindeki Fay Hattı

Nepal, coğrafi olarak Himalayaların zirveleriyle çevrili küçük bir ülke. Ancak jeopolitik açıdan Hindistan ile Çin arasındaki büyük oyunun tam ortasında. Sık sık değişen hükümetler, etnik ayrışmalar ve ekonomik bağımlılıklar, Katmandu’yu kırılgan bir zemine sürüklüyor. Hindistan’ın geleneksel nüfuzuna karşılık Çin, Kuşak-Yol Projesi ile Nepal’e dev yatırımlar yapıyor. Böylece ülke, bölgesel ve küresel fay hatlarının kesişim noktası hâline geliyor.

Katmandu’da alınan bir karar, yalnızca yerel siyaseti değil; Pekin’de, Yeni Delhi’de ve Washington’da da yankı buluyor. ABD’nin Hint-Pasifik stratejisi ve QUAD ittifakı Çin’i çevrelemeye odaklanırken, Pekin BRICS genişlemesi ve yatırımlarıyla Nepal’de derinleşiyor. Küresel rekabetin laboratuvarı hâline gelen Nepal, kırılganlığın küçük bir yansıması değil, doğrudan merkezi hâline gelmiş durumda.

Üstelik bu tabloya iklim krizinin yarattığı baskı da ekleniyor. Himalaya buzullarındaki erime, yalnızca ekolojik değil; ekonomik, sosyal ve siyasi bir tehdit. Nepal’in kırılganlığı böylece jeopolitikten çok öteye, küresel güvenlik meselesine dönüşüyor.

Türkiye’nin Perspektifi

Türkiye için bu gelişmeler uzak coğrafyanın hikâyesi değil. “Asya ile Yeniden” vizyonu çerçevesinde Ankara, kıtaya açılımını güçlendirmeye çalışıyor. Orta Asya’dan Güney Asya’ya uzanan her adım, Türkiye’nin hem ekonomik hem de stratejik çıkarlarını ilgilendiriyor.

Bu bağlamda Nepal’in istikrarı, Ankara için üç açıdan önem taşıyor:

1. Ekonomi ve Koridorlar: Orta Koridor’un Himalaya güzergâhlarıyla birleşmesi, Avrupa–Asya hattında yeni lojistik damarlar yaratabilir

2. Eğitim ve Kültür: Türk bursları, üniversite iş birlikleri ve kültür merkezleri, Katmandu’da kalıcı bağların kapısını açabilir.

3. Arabuluculuk: Türkiye’nin Bosna, Katar, Somali ve Libya’da yürüttüğü arabuluculuk misyonları, Nepal’in demokratikleşme sürecine katkı sağlayabilir.

Bunun yanında enerji ve çevre politikalarında ortaklık, Himalaya buzullarının erimesiyle ortaya çıkan iklim krizine karşı iş birliğini zorunlu kılabilir. Ayrıca Ankara, Pakistan’la köklü ilişkilerini korurken Hindistan’la ticaretini büyütüyor. Nepal, bu iki ülke arasında Türkiye için “köprü diplomasisi” fırsatı sunuyor.

Sonuç

Arap Baharı’nın dersi nettir: Halkın talepleri kırılganlığı tetikler ama düzeni belirleyen büyük güçlerin hamleleridir. Nepal, Asya’nın tam ortasında bu fay hattının kritik taşlarından biridir.

Türkiye için mesele açıktır: Bu kırılganlığı yalnızca izleyen bir seyirci mi olacağız, yoksa yeni Asya düzeninde söz sahibi aktörlerden biri mi? Katmandu’daki gelişmeler yalnızca Nepal’in değil, Ankara’nın da geleceğine dair ipuçları barındırıyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
11.09.2025
Tüm Yazıları

Tarih kitaplarını açıp ekonominin evrimine bakarsak, aslında hepimiz büyük bir tiyatro oyununun figüranları gibiyiz. Bir gün mağarada taş takas ederken, ertesi gün 'altın mı, gümüş mü?' diye kafa yoruyoruz. Sonra banknotlar, kredi kartları, hatta tıkla ve öde kolaylığıyla hayatımıza giren dijital cüzdanlar. Ama şimdi sahneye öyle bir oyuncu çıktı ki, bildiğimiz tüm kuralları altüst ediyor ve etmeye devam edecek. Sadece finans gurularının değil, sabah çay, kahvesini yudumlayan senin, benim, hepimizin hayatını baştan yazacak bir devrim. Cüzdanınızdaki paranın bile bir kişiliği olacak!

Hani eskiden internette bir şeye bayıldığımızda, beğendiğimizde ne yapardık? Kocaman bir like basardık, değil mi? Maksimum ego tatmini, belki bir iki kalp emojisi... Ama, o günler geride kaldı! Artık 'like' atmak falan hikaye, yeni moda 'token' atmak yada türevleri olacak. Dijital dünyadaki her etkileşiminiz, her değer yaratımınız, her ödüllendirmeniz artık gerçek bir ekonomik karşılık bulacak. Yani o boş 'like'lar yerine, cebinize giren bir şeyler olacak. Şaka değil, gerçek. Kulağa garip gelse de ödül mekanizmaları, sadakat programları zaten bu durumu yaşatmıyor mu?

Düşünsenize, o çok sevdiğiniz müzisyen spotifydan aldığı kuruşlar yüzünden neredeyse sokak müzisyenliğine geri dönecek. Ama şimdi ne yapıyor? Kendi tokenını çıkarıyor! Artık dinleyiciler sadece şarkı dinlemekle kalmıyor, sanatçının geleceğine yatırım yapıyor, müziğini destekliyor ve hatta belki de bir sonraki albümün adını belirleme hakkı kazanıyor. Sanatçı kazanıyor, dinleyici kazanıyor, herkes kazanıyor! Resmen bir win win durumu, ama bu sefer tokenlarla.

Ve bu sadece müzikle sınırlı değil. Futbol kulüpleri, oyun şirketleri, o çok takip ettiğiniz influencerlar, hatta mahallenizdeki emlakçı bile tokenlaştırılabilir. Bir gün bakmışsınız, favori futbol takımınızın bir tokenını almışsınız, gol attıkça değerleniyor. Ya da yeni çıkan bir oyunun tokenıyla, oyunun başarısından pay alıyorsunuz. Hatta belki bir gün, oturduğunuz apartmanın %10'una tokenlarla sahip olacaksınız. 'Ben bu binanın %10'una sahibim!' diye hava atarken, kimse size 'deli misin?' demeyecek, aksine 'vay be, ne vizyon!' diyecek. İşte bu kadar ters köşe bir dünya!
Şu son bir kaç satır için ya yok canım o kadar da olmaz diyenler ya da bunlar zaten var diyeler olmalı, zira bazılarını biz yazıyoruz bile...

Aracısız Ticaret Dönemi

Hani şu, aracıları aradan çıkaran, işleri hızlandıran ve sınır tanımayan pazarlar olsa ya! Eskiden bir şey alıp satarken, araya bir sürü kişi girerdi: banka, kredi kartı şirketi, ödeme sağlayıcı... Resmen bir orkestra şefi gibi yönetirlerdi paranın akışını. Ama şimdi, tokenlar ve blockchain sayesinde o orkestra şefi emekli oldu, sahne tamamen sanatçıların! Yani senin ve benim gibi küçük esnafın!

Düşünsene, Kayseri'den bir el dokuması halı ustası, Japonya'daki bir samuray kılıcı koleksiyoncusuna NFT satıyor. Ödeme? Kripto! Transfer süresi? Göz açıp kapayıncaya kadar! Komisyon? Bankaların o şişkin komisyonlarının yanında devede kulak bile değil, resmen pire kulağı! Bu sadece bir alışveriş değil, bu küresel ticaretin yeniden doğuşu, hem de bebek adımlarıyla değil, roket hızıyla!

Artık küçük bir Instagram butiği bile, dünyanın öbür ucundaki bir müşteriye ulaşabiliyor. Coğrafi sınırlar mı? Onlar artık sadece haritalarda var. Dijital pazarlar sayesinde, hayallerimizdeki o küresel ticaret ağı, cebimizdeki akıllı telefona sığdı. Yani anlayacağınız, artık kimse 'ben küçük esnafım, ne yapabilirim ki?' demesin. Çünkü bu yeni düzende, küçük balıklar bile okyanusları fethedebilir!

Dijital Para Sarmalı

Tabii bu dijital para partisi sadece girişimcilerle, teknoloji delileriyle sınırlı kalmadı. Devletler de bir noktada 'Durun bakalım, bu oyunda biz de varız!' dedi ve sahneye merkez bankası dijital para birimlerini sürdü. Hani şu, 'kripto paralar çok havalı ama kontrol bizde olsun' diyenlerin rüyası!

Çin, dijital yuanıyla çoktan pilot aşamayı geçti, milletin cüzdanına sızdı bile. Avrupa Merkez Bankası 'dijital euro' için harıl harıl çalışıyor, yakında cebimizden euro yerine dijital euro fışkırabilir. ABD ise hala 'yapsak mı, yapmasak mı?' diye düşünüyor, çünkü işin içinde sadece teknoloji değil, bir de jeopolitik güç savaşı var. Yani kimin parası daha dijital, kimin parası daha izlenebilir, mevzu bu!

CBDC'lerin en büyük farkı ne mi? Kripto paralar gibi özgür ruhlu değiller. Onlar devlet kontrolünde, yani bir nevi 'dijital kelepçe' gibi düşünebilirsiniz. Bir yandan 'güvenli, istikrarlı' diye pazarlanıyorlar, diğer yandan 'kimin neye harcadığını daha kolay izleyebiliriz' diye fısıldıyorlar. Yani o 'nakit paranın özgürlüğü' dediğimiz şey, yerini 'tam şeffaf, her harcamanın fişlendiği dijital cüzdanlara' bırakabilir. Düşünsenize, bir gün devlet size 'dün gece o çiğ köfteye harcadığın para çok fazlaydı, biraz kıs' diyebilir. Ters köşe değil mi?

Fırsatlar Kapıda, Riskler Kapının Ardında

kulağa hoş gelen vaatlerle dolu bir sepet gibi: Daha adil bir ekonomik dağılım, sanatçılara ve küçük girişimcilere daha fazla kazanç, küresel ticarette ışık hızı ve düşük maliyet... Hatta bankasız milyonlarca insana finansal erişim vaat ediyor. Yani fakir fukara da bu dijital şölene katılabilecek, ne güzel!

Ama her güzelin bir kusuru olduğu gibi, bu yeni düzenin de riskleri var, hem de öyle böyle değil! Regülasyon eksikliği, dolandırıcıların ekmeğine yağ sürüyor. Dijital paraların devlet kontrolüne geçmesi, bireysel özgürlüklerimizi kısıtlayabilir. Yani bir gün bakmışsınız, devlet size 'dün gece o çiğ köfteye harcadığın para çok fazlaydı, biraz kıs' diyebilir. Ve tabii ki, teknolojiye erişemeyenler, bu dijital trenin dışında kalabilir. Yani interneti olmayan teyzem, bu yeni düzende nasıl para kazanacak, orası biraz muamma. Fırsatlar bol, ama riskler de kapının ardında pusuya yatmış bekliyor, aman dikkat!

Ekonomi 5.0 bize aslında şunu fısıldıyor: Para artık sadece o sıkıcı 'harcama aracı' değil, aynı zamanda kimlik kartın, ait olduğun topluluk, hatta güç dengelerinin yeni anahtarı. Yani o bildiğin, yıpranmış, belki de biraz kokan cüzdanın, gelecekte bambaşka bir hal alacak.

Gelecekte senin cüzdanında sadece o bildik TL ya da dolar olmayacak. Belki biraz dijital euro, belki favori spor kulübünün tokenı, belki de o çok sevdiğin influencerın topluluk tokenı olacak. Ve sen sadece o klasik 'tüketici' rolünden sıyrılıp, aynı zamanda bir 'yatırımcı' ve 'paydaş' olacaksın. Yani artık sadece bir ürün alıp geçmeyecek, o ürünün, o sanatçının, o projenin bir parçası olacaksın. Düşünsene, bir gün torunlarına 'Ben gençken, bir zamanlar sadece kağıt parayla alışveriş yapılıyordu' diye anlattığında, sana uzaylı görmüş gibi bakacaklar. İşte o kadar farklı bir gelecek bizi bekliyor!

Para artık sadece o sıkıcı alışveriş aracı değil, aynı zamanda değer yaratmanın, paylaşmanın, hatta belki de yeni bir dünya inşa etmenin sihirli değneği. Tokenlar mı? Onlar yeni sosyal sermayemiz, yani kiminle takıldığını gösteren dijital rozetler. Dijital pazarlar mı? Onlar yeni ticaret meydanlarımız, hani o eski çarşılar, pazarlar vardı ya, işte onların dijital versiyonu, ama bu sefer dünyanın her yerinden insanlarla dolu. CBDC'ler mi? Onlar da devletlerin bu sihirli dünyadaki son kozu, sahnedeki en büyük kartı.

Önümüzdeki yıllarda o klasik 'cüzdanında ne var?' sorusu, yerini 'hangi ekosistemin bir parçasısın?' sorusuna bırakacak. Yani artık sadece ne kadar paran olduğu değil, o parayla kiminle, neyin içinde olduğun önemli olacak. Ve bu yeni para düzeninde, en büyük kazanan kim mi olacak? Tabii ki değişime ayak uydurabilenler, yani o 'ben hep böyleydim, değişmem' diyenler değil, 'ben bu oyuna varım!' diyenler.

Peki sen Token ekonomisinin bu çılgın partisine katılmaya hazır mısın, yoksa hala o eski, nakit dolu, belki de biraz küflenmiş cüzdanını cebinde mi gezdiriyorsun?

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
10.09.2025
Tüm Yazıları

Vahşetten beslenen İsrail, bu kez Katar’da bulunan Hamas müzakere heyetine saldırı düzenledi. Saldırıda, Hamas'ın Gazze lideri Halil el-Hayya’nın oğlu dahil 5 üyesi ve Katar İçişleri Bakanlığı’na bağlı 1 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.

Düşünebiliyor musunuz? İsrail Başbakanlık Ofisi bu saldırıya ''gururla'' sahip çıktı...

Dahası, Reuters’ın ortaya koyduğu bilgiye göre, ABD’nin saldırıdan haberdar olduğu da ortaya çıktı.

Şaşırmadık değil mi?

Ama asıl şok edici olan bundan sonrası…

Saldırı başarısız olunca İsrail bağlantılı sosyal medya hesapları bu kez Türkiye’yi hedef göstermeye başladı.

İsrail’le bağlantılı bir X hesabı, İsrail ordusunu etiketleyip Katar saldırısı için teşekkür ederek şunu yazdı: ''Sıradaki İstanbul''

Yapılan bu paylaşımın altına Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin koordinatları bile servis edildi.

Üstelik yalnızca İsrail değil... ABD’den de aynı yönde mesajlar geldi.

Derin devletin sesi olarak tanınan Michael Rubin, ''İsrail Hamas’ı Katar’da sıkıştırdı, sırada Türkiye olabilir'' ifadelerini kullandı.

Çünkü İsrail medyasına göre ise saldırıdan kurtulan Hamas heyeti, Türkiye’nin istihbarat uyarısıyla ölümden döndü.

Peki şimdi ne olacak? İsrail’in bölgeyi ateşe atmaktan çekinmediği ortadayken, sıradaki hedef gerçekten Türkiye mi? İsrail bu savaşı göze alabilir mi?

İsrail’in yeni hedefi Türkiye olursa bu sadece diplomatik bir kriz değil, doğrudan ulusal güvenlik tehdidi anlamına gelir.

Türkiye ise bu tehdit karşısında elbette hava savunma sistemlerini ve istihbarat koordinasyonunu en üst seviyeye çıkararak, hem İslam ülkeleri hem de Batılı ülkelerle güçlü bir diplomasi yürütülmeli.

ABD ve Avrupa’ya karşı uluslararası hukuk zemininde baskı artırılmalı.

Ama en önemlisi: İçeride siyasi kavgaları bir kenara bırakıp ulusal birlik sağlamak zorundayız.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş