Sınırın öte yakasında, Dera Kapısı’ndan içeri adım attığımız anda tozun, tarihin ve insanın iç içe geçtiği bir başka gerçeklikle yüz yüze geldik. Suriye’nin toprağı, üzerinde yürüyeni sadece misafir etmez; ona geçmişin acılarını, bugünün umutlarını da fısıldar. Yol boyunca, bir ülkenin sessiz haykırışı, yıkılmış binaların gölgesinde, direncini hâlâ yitirmemiş insanlarda vücut buluyordu.
Bu kez yolculuğumuzun ekseni, Türkiye’nin ulaştırma ve altyapıdaki nabzını tutan isimle; Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu ile Şam’daydı. Bir ülkenin başkentinde, mazinin gölgesiyle geleceğin tasarısı yan yana dururken, Sayın Bakan’ın "İki komşu ülke olarak ortak bir gelecek inşa etmek adına iş birliğimizi güçlendirmeye devam edeceğiz," cümlesi bu yolculuğun özünü özetliyordu. Şunu gördüm: Türkiye ve Suriye yalnızca sınırdaş değil, aynı kader coğrafyasının iç içe geçmiş iki yakasıdır. Ortak acının ve ortak umudun paydaşları…
Abdulkadir Uraloğlu, masada konuşulanla sahada yaşanan arasındaki ince çizginin, ancak ayakları bu toprağa basanlarca anlaşılabileceğinin bilincinde. O ve ekibi, "Ne yapılabilir?" sorusunun ötesinde, "Ne yapılmalı, ne yapılmazsa bu topraklar bir daha ayağa kalkamaz?" diye sorarak hareket ediyor. Görüşmelerde, bakan yardımcıları ve genel müdürler, karşılarındaki muhataplarıyla yalnızca diplomasi değil, gerçek bir çözüm arayışı yürütüyor. Modernizasyonu planlanan Şam Havaalanı, kara taşımacılığı ağlarının yeniden inşası, fiber altyapının Suriye’ye nefes olacak şekilde kurgulanması… Her biri, yalnızca teknik bir hamle değil; bu ülkenin yaralarını sarmaya, geleceğine güven duymaya dönük bir iradenin ürünü. Sayın Bakan’ın ve ekibinin basına açık, samimi ve içten yaklaşımı ise şeffaflığın ve ortak aklın gerekliliğine vurgu yapan önemli bir detay olarak hafızamda kaldı.
Suriye’nin başkenti Şam’da, yalnızca Türk diplomatlarını ve teknik heyetlerini değil; Suudi Arabistan’dan Çin’e, Kore’den Avrupa’ya kadar onlarca ülkenin temsilcilerini görmek mümkün. Herkes bu toprakların yeniden inşasında pay sahibi olmaya çalışıyor. Türkiye ise kardeşlik hukuku gereği, bölgedeki varlığını yeniden tesis ediyor; Şam’a açılan büyükelçilik, ülkenin kalbine uzanan yeni bir köprü gibi yükseliyor.
Ama kolay değil; on üç yıllık bir iç savaş, milyonlarca insanı yersiz yurtsuz bırakmış. ABD’nin uyguladığı ağır yaptırımlar, hayatın damarlarında bir buz gibi dolaşıyor. Katar, ekonomik ve insani yardımlarla etkili olmaya çalışsa da, Suriye’nin ihtiyacı olan şey yalnızca ekmek ya da ilaç değil: Birlikte yaşama iradesi, yeniden ayağa kalkacak bir devlet aklı… Dokuz milyon Suriyeli hâlâ sınırların dışında bir umut arıyor. Siyasi ve coğrafi bütünlük hâlâ bir özlem. İsrail’in işgali, Hermon Dağı’ndan Şam’a kadar uzanan bir hançer gibi, şehrin 20 kilometre ötesine kadar dayandı.
Ve tüm bu zorlukların ortasında, hâlâ bir milletin yeniden doğmaya inancı… Belki her şeye ihtiyaçları var ama, yine de Gazze’deki kardeşleri için yardım kampanyası başlatacak kadar yüce gönüllüler. Bu kadim topraklarda insanı asıl ayakta tutan şey, onuru ve vefası… Küllerinden doğmaya çalışan bu halkı görünce, insanın yüreğinde bir umut ışığı yanıyor.
Şam’da bir akşam vakti, gazeteci dostlarım İdris Arıkan ve Emir Ünlü ile, Suriye Türkmen Dernekleri Federasyonu Başkanı Tarık Cevizci’yle buluştuk. Bize, bin yılın ötesinden gelen bir hikâyeyi, Türk varlığının bu topraklardaki derin izlerini anlattı. Şam’da hâlâ Türk mahalleleri var; 1967’de Golan’dan koparılan Türkmenler, Selçuklu ile Anadolu’dan bölgeye taşınan kadim boylar… Meydanlarda, Anadolu’dan esen bir rüzgâr gibi, abdal bir Türkmen genci sazını konuşturduğunda, insanın içini buram buram memleket hasreti sarıyor.
Hatay’ın anavatana katılmasıyla birlikte Şam’a yerleşenlerin çocukları, torunları bugün hâlâ o eski mahallenin dar sokaklarında yaşıyor. Osmanlı’dan kalma, İstanbul’dan gelip Şam’a yerleşen Gülizar Nine’yle karşılaşmak; insanı geçmişin gölgesinde bir yolculuğa çıkarıyor. Her bir anı, her bir hikâye, Anadolu’nun ve Türk milletinin bu topraklarda hâlâ canlı, hâlâ diri olduğunun kanıtı.
Suriye, bizim öteki yanımız; gönlümüzün yarısı, tarihimizin, kültürümüzün eksik kalan parçası… Ya ellerini uzatan kardeşlerimizin elinden tutup ayağa kaldıracağız, ya da bu coğrafyanın, bu tarihin bize başka bir yol bırakmayacağını bileceğiz.
Bir kez daha gördüm ki: Bu topraklarda, umut küllerin içinden doğar; onur ise yaraların arasından filizlenir. Suriye bizim için sadece bir komşu değil, mazimizin ve istikbalimizin aynasıdır.