Anadolu’nun bereketli topraklarında yeşeren her ot, her sebze; rüzgârla başını okşayan her dal, Türk mutfağının binbir renkli sofrasına yaradandan birer armağan. Ve bu sofralarda, çoğu zaman sessiz ama güçlü kendine bir yer bulan lezzet salata…
Sofranın Sessiz Kahramanı
Salata, bizim mutfağımızda sadece birkaç sebzenin bir araya gelişi değil asla... O, pilavın ferahlatıcısı, kebabın dengeleyicisi, balığın dostu, yazın serinliği ve kışın çıtır neşesi... İlkbaharda çıkan taptaze roka, yazın sulu domatesi, sonbaharın narı ve kışın turpu… Her mevsim kendi salatasını sunar sofraya.
İşte bu yüzden salata, Türk mutfağında bir yan lezzet değil; yemeklerin ruhunu tamamlar.
Mesela piyazsız bir köfte düşünülemez. Cacık, pilavın yanında serin bir meltem gibi. Zeytin piyazı, kahvaltının sürprizi Ege’de... Patlıcan salatası, köz kokusuyla ete, balığa yarenlik eder. Çoban salatası ise her sofraya yakışır, her kalbe ferahlık taşır. Her biri bir yemeğin değil, bir kültürün parçası kabul edilir.
TasteAtlas’ın açıkladığı “Dünyanın En İyi 100 Salatası” listesine Türkiye’den tam altı salata girdi
Fasulyenin tahinle harmanlandığı Antalya piyazı 9. sırada
İnce bulgur, domates, nane, maydanoz ve limon suyu veya nar ekşisi ile hazırlanan ve günlerin klasik yemeği kısır 17. sırada
Ege mutfağına özgü siyah zeytinin, zeytinyağı, limon ve çeşitli baharatlarla buluştuğu bir lezzet zeytin piyazı 23. sırada
Közlenmiş patlıcanın yoğurt veya zeytinyağıyla bir araya geldiği aynı zamanda bir meze sayılan patlıcan salatası 42. sırada
Semizotu salatası 53 ve çoban salatası ise 87. sırada
Salata, Osmanlı mutfağında görünenden çok fazlasıdır
15. yüzyıldan itibaren salata tariflerine çok sık rastlanır. Mehmed Kâmil’in 1844’te kaleme aldığı Melceü’t-Tabbâhîn adlı eserde, doğrudan “salata” başlığı olmasa da, kenar notlarında saklanmış onlarca tarif bulunur: Döğme hıyar salatası, teke (karides) salatası, Hindiba salatası, Çiroz balığı Salatası gibi.
Demek ki o dönem bile sofralarda, bu taze ve sade lezzetler kendine inanılmaz yer buluyor
Zaman değişince salata da değişiyor. Eskiden salatalık, domates, soğan üzerine kurulu ve sos olarak limon, sirke ve zeytinyağıyla yetinen salatalar, bugün avokadoyu, kinoayı, keçi peynirini, tahinli sosları keşfetti. Salata artık yalnızca eşlik eden değil, şehirli insanların ana öğünü.
Üstelik salata görselliğiyle de parlıyor: Sosyal medya çağında, tabak ne kadar güzel görünüyorsa o kadar değerli. Katman katman renkler, biçimler, dokular… Salata artık bir sanat…
Ve elbette sağlık… Doktorlar uyarıyor: Özellikle et yemeklerinin yanında, tabağın en az iki katı kadar salata tüketilmeli ki denge sağlansın, vücut rahat etsin. Lifli yapısıyla sindirimi kolaylaştırır, vitamin ve mineral zenginliğiyle bağışıklığı güçlendirir.
Bir dönem fast food kültürü salatayı arka plana itmişti. 1980’lerin sonunda dünyayı kasıp kavuran bu hızlı tüketim alışkanlığı, salatayı “doyurmaz” diye küçümsedi. Oysa şimdi bu zincirler bile salata için menülerinde özel yer ayırıyorlar.
Çünkü tüketici değişti. Artık hızlı ama sağlıklı yaşamak isteyen insanlar çoğunlukta. Ve salata, hem geleneksel mutfaklarda hem de modern restoranlarda yeniden başrole çıkıyor.
Salata, iyi bir tat olmanın yansıra zamanın ve kültürün de bir aynası... Ege’de zeytinyağlı roka, Karadeniz’de mısır salatası, Güneydoğu’da acı ezme… Her biri kendi coğrafyasının dilinde konuşur.
Salata, sofraya renk ve anlam katar. O sofrada hangi salata varsa, o evin hikâyesi orada başlar.
Sofranın en sessiz ama en derin sesi olan salata, tıpkı iyi bir dost gibi yemeği tamamlar ama onun önüne geçmez. O yüzden salata, her zaman mütevazıdır. Ama biz biliriz ki, bazen bir çoban salatasının serinliği, en pahalı yemeklerden bile daha çok mutlu eder insanı.
Ve bu yüzden… Ne zaman sofraya otursam, önce salataya uzanırım.