SON YAZILAR
07.08.2025
Tüm Yazıları

Yaz sezonunun açılmasıyla özellikle Ege Bölgesi’nde doluluk oranlarında artış yaşandı. Marmara Bölgesi’nde İstanbul’a 5-6 saat uzaklıktaki keşfedilmemiş koy ise hem temizliği ile kendine hayran bırakıyor.

Gelibolu Yarımadası’nda, Eceabat ilçesine bağlı küçük bir yerleşim yeri olan Kabatepe’deki sahiller, bölgenin en güzel plajlarından biri. Turizm rotalarına fazla girmemiş bu saklı koy, Ege’nin berrak sularını ve bozulmamış doğasını keşfetmek isteyenler için adeta bir cennet.

Peki, neden Kabatepe?

Sahil boyu taşsız, yosun olmadan yüzmek mümkün. Adeta Miami plajlarını anımsatan Kabatepe, yeşil ile mavinin uyumunu sizlere sunuyor.

Kabatepe plajı saat 8.30’da kapanıyor. Kamp yapmak ise yasak. Suların berraklığını gören vatandaşlar, kendilerini burayı övmeden geri atamıyor. Feribot ile geçebileceğiniz gibi özel araçlarla da rahat rahat Kabatepe’ye ulaşabilirsiniz

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
07.08.2025
Tüm Yazıları

Bazı insanlar vardır, yaşadıkları çağın değil; kendi varlıklarıyla çağ açıp kapattıkları bir direnişin temsilcisidirler.

İzet Naniç, bu adanmışlığın adıdır.

Onu yalnızca bir Boşnak komutan, yalnızca bir asker olarak tanımlamak, eksik bir tanım olur. O, savaşın en sıcak günlerinde bile sadece cephe hattını değil, milletin onur çizgisini koruyan bir duruşun adıydı. Henüz 30 yaşına gelmeden toprağa düşen bu genç adam, bin yıllık bir hafızanın yüküyle şehadete yürüdü.

Aliya İzzetbegoviç, o unutulmaz sözünde boşuna demedi:

“İzet olmasaydı, Krayina olmazdı. Bosna olmazdı.”

Çünkü bazı isimler, sadece zaferi değil, varlığı mümkün kılar.

İzet Naniç’in adını Krayina’nın dağlarına, Bosna’nın kalbine yazan şey; silahından çok vicdanı, kararlılığından çok inancıydı, bugün onu anmak, geçmişe dönük bir methiye değildir.

Bugün İzet Naniç’i anmak, aslında yarın hangi dünyayı kurmak istediğimizi hatırlamaktır.

Bosna, Bir Coğrafyadan Fazlasıdır

1990’ların başında yaşanan Bosna Soykırımı, modern Avrupa’nın göbeğinde, insan hakları nutuklarının yükseldiği bir dönemde işlenmiş en büyük insanlık suçlarından biridir.

Ve dünya, o yıllarda "medeniyet” kisvesi altında sessizliğe gömülürken, bir avuç onurlu insan, tüfekle değil imanla direnmenin ne demek olduğunu gösterdi.

İşte bu yüzden Bosna bir ülke değil, bir sınavdır.

Batı’nın ikiyüzlülüğüyle, Doğu’nun yalnızlığıyla ve milletlerin sessiz çığlığıyla yüzleşme sınavıdır.

Ve o sınavda alnının akıyla çıkanların en önünde yürüyenlerden biri İzet’tir.

Bir Komutan Değil, Bir Yürüyen Manifesto

İzet Naniç’in yaşamı, Müslüman coğrafyaların nasıl savunulması gerektiğine dair canlı bir ders niteliğindeydi.

O, modern savaşın sadece silahla değil; inanç, örgütlenme, strateji ve ahlakla kazanıldığını gösterdi.

Cephedeki başarıları kadar, askeri disiplini, halkla kurduğu bağ, savaşın içindeki insani yönü onu “komutan” sıfatının ötesine taşıdı.

Bugün onun gibi yürüyen her adam, sadece düşmana değil; zulme, unutulmuşluğa ve teslimiyete karşı yürür.

O yüzden Naniç, yalnızca Boşnakların değil; her çağın onurlu direnişçisinin adıdır artık.

Bugün Türkiye’nin Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu ve Afrika'da izlediği dış politika hattı, sadece diplomatik değil; tarihi ve ahlaki bir çizgidir.

TİKA’nın inşa ettiği köprüler, Yunus Emre Enstitüsü’nün açtığı kültürel merkezler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Libya ve Karabağ’daki varlığı, aslında “bir zamanlar İzet’lerin yürüdüğü yolda” yeni bir stratejik varoluşun işaretleridir.

Türkiye, artık yalnızca kendi sınırlarını koruyan değil; mazlumun ruhunu gözeten bir ülke olarak konumlanıyor.

Bu dış politika; Naniç’in cephede taşıdığı bayrağın, bugün küresel diplomasi masalarında dalgalanmasıdır.

Mavi Vatan’dan Afrika Açılımı’na, Orta Koridor’dan Gazze’ye uzanan bu strateji; tankla değil, duruşla yazılmaktadır.

Bir Milletin Hafızası

Unutmayalım ki her milletin haritası vardır, ama her milletin yönü yoktur.

Yön, yalnızca pusulayla değil, hafızayla çizilir.

İşte o yönleri belirleyenler, Naniç gibi adamlardır.

Bugün Krayina’da toprağa düşen o delikanlının gömüldüğü yer, sadece bir mezar değil; bir milletin yüzünü doğuya, adalete ve dirilişe döndüğü mihraptır.

Ruhun şad olsun komutan.

Senin yürüdüğün yolda artık iz değil, izzet var.

Ve bil ki, senin adım attığın o topraklarda bugün sadece hatıralar değil, bir milletin geleceğe yürüyüşü filizleniyor.

Çünkü bu çağda gerçek strateji; güçlü ordular değil, sağlam inançlar ve adil duruşlardır.

Ve Türkiye, geçmişin şehitlerini anmakla kalmıyor; onların bıraktığı mirası, bölgesel güce ve küresel vicdana dönüştürüyor.

İzet Naniç’in taşıdığı bayrak, artık sadece Krayina’nın değil; Anadolu’dan Gazze’ye, Türkistan’dan Trablus’a uzanan direniş halkasının simgesidir.

Ve o bayrak bugün Türkiye’nin elindedir.

Bu yüzden Naniç’i anmak, geçmişe değil; geleceğe yapılan bir yatırımdır.

Onun izinden yürümek, yalnızca hatırasını yaşatmak değil;

adalet merkezli yeni bir dünya kurma iradesinin ilk adımıdır.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
05.08.2025
Tüm Yazıları

Ligler bu hafta Cuma günü Gaziantep- Galatasaray maçıyla start alıyor.
Galatasaray, geçtiğimiz hafta dünya yıldızı Nijeryalı Victor Osimhen’i özel uçakla İstanbul’a, getirirken aynı gün Fenerbahçe’de Slovak futbolcu Milan Skriniar ve Portekizli çok önemli bir ismi Nélson Cabral Semedo’yu İstanbul’a getirdi.
Fenerbahçe daha önce de Arabistan’ın En-Nasr takımında oynayan Kolombiya Milli takımının forvetini Jhon Durán’ı getirmişti.
Her iki takımda bu transferlerle birlikte transferlerin devam edeceğini açıkladılar.
Yani özel uçaklar inmeye devam edecek.
Keşke bu transferleri kamplara yetiştirebilselerdi çok daha iyi olurdu. Biliyoruz ki, bu transferler hiç kolay değil.
Hep söylenir ya futbolda yapı var…
Bence de yapı var.
İşte o yapı Galatasaray ile Fenerbahçe’nin transferleridir.
İki takımda yapılanmayı (transfer planını) büyük oranda yaparak sezona başlıyorlar.
Bu iki takımın aldıkları futbolcu kalitesiyle, Anadolu takımlarının baş etmesi çokta mümkün gözükmüyor.
Bunları Beşiktaş ve Trabzonspor zorlar bile diyemiyorum.
Beşiktaş’ın Avrupa Ligi’nden kötü futbolla elenerek Konferans Ligi’ne gitmesi, Trabzonspor’un ise bu kadroyla Galatasaray ile ve Fenerbahçe ile yarışması mümkün gözükmüyor.
Şapkadan tavşan çıkar mı derseniz?
Ben ümitli değilim.
Yine şampiyonluk yarışı Galatasaray ile Fenerbahçe arasında geçer diye düşünüyorum.
Yüksek bütçeli takımlara karşı disiplinli oynayan, inanan takımlar zaman zaman sürprizler yapabiliyorlar.
Türkiye’de bunu bu sezon beklemek hayalcilik olur.
Geçtiğimiz sezonlarda sürprizler gördük. Ama o zaman bu kadar güçlü değildi bu iki takımın da kadroları
Almanya’da Leipzig, Verder Bremen ve Wolfsburg sürpriz yaptı.
İspanya’da La Liga’da Deportivo La Coruna ve Valencia yaparken Fransa’da Montpellier ve Auxerre, İtalya’da Verona ve Türkiye’de bunu Bursaspor ile Başakşehir başarabildiler.
Şunu diyebilirsiniz…
Avrupa’da da uçurumlar var.
Var ama bu kadar değil.
En azından başa güreşen birçok takımları var.
Türkiye’de bunu başarmak çok çok zor.
Makas iyice açıldı, kalite farkı açık ara Galatasaray ile Fenerbahçe’nin elinde…
Her iki takımda zaten güçlüydüler, daha da güçlendiler.
Bu tamamen kulüp yapısıyla alakalı…
Gelir gider tablosuyla alakalı bir durum.
Bu iki takım öyle veya böyle Türkiye’de en çok taraftarı olan takımlar.
İkisi de borsada ciddi para gelirlerine sahipler.
Hatta Galatasaray Bankalar Birliği’nden çıktı. Fenerbahçe’de çıkmak üzere…
Önemli iş insanlarının bu iki kulübe destekleri azımsanmayacak kadar büyük.
Sponsor anlamında da çok iyi gelirleri var.
Anadolu takımlarının bir yılda kazandığı stat gelirlerini bu takımlar bir maçta kazanabiliyorlar.
Bunu ben söylemiyorum.
Trabzonspor Başkanı Sayın Ertuğrul Doğan yaptığı açıklamada geçen sezon stat gelirlerinde ekside olduklarını basın toplantısında beyan etti.
Gerisini siz düşünün...
Anadolu’da durum böyleyken kombine satamazken, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın statlarında durum daha farklı…
Fenerbahçe’nin efsane Başkanlarından Aziz Yıldırım, geçtiğimiz hafta yapılan divan toplantısında Ali Koç’a loca alacağım ama loca yok dedi.
Ali Koç’ta benim locada maç izle sana vereyim dedi.
Asla satayım demedi.
Galatasaray’da da durum farklı değil.
Diğer takımlardan bunu hiç duymadım.
İşte futboldaki yapı bence bu…
Birde şampiyonluğu kaybedenlerin söylediği “yapı” var.
O yapı bu yapı değil.
O bahane üretilen içi boş bir yapı…
Bu senede yine kaybeden takım yapıdan bahsedecektir.
Yapının ne olduğunu açıklayamayanlara itham olunur.
Yapıyı sağlam kurarsanız, başarı da gelecektir.
2025-2026 sezonunun tüm kulvarlarda yarışan sporcularımıza sakatlıktan uzak, centilmenliğin ön planda olduğu, güzel bir sezon olmasını temenni ediyorum.
Sözümü “Hak eden kazansın” diyerek tamamlıyorum.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
05.08.2025
Tüm Yazıları

Uzak bir ütopyada değil, gerçekte…

Çin’de göreve başlayan ‘Xiao Hu’ isimli yapay zeka destekli robot polis, insan yüzlerini tanıyor, şüpheli davranışları analiz ediyor ve suçlulara müdahale ediyor.

Asıl soru şu: İnsanların arasındaki robot polise gerçekten güvenebilir miyiz?

Xiao Hu, duyguları olmayan bir polis. Bu, rüşvet verilemeyeceği, ayrımcılık yapmayacağı, yorgunluk veya öfke gibi insani zafiyetlere kapılmayacağı anlamına geliyor.

Ancak bu aynı zamanda vicdanı, empatiyi de bilmeyeceğini gösterir.

Örneğin, bir annenin çocuğuna ilaç almak için işlediği suçu bir algoritma nasıl değerlendirir?

Robot polis, sadece bir devriye değil. Aynı zamanda yürüyen bir kamera, bir veri toplayıcı. Yüz tanıma sistemleriyle suçluları ayıklıyor.

En büyük tehlike, bu makinelerin ‘yanılmaz’ oldukları düşüncesiyle hareket edilmesi.

Bir robot yanlış kişiyi şüpheli olarak tanımladığında, bu hatayı kim üstlenecek?

Ve daha önemlisi: O robotu sorgulayabilecek miyiz? Yoksa ‘robot’ diye geçecek miyiz?

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
05.08.2025
Tüm Yazıları

Akdeniz…

Bir denizden öte, bir hafıza, bir satranç tahtası, bir medeniyet imtihanıdır. Mavi Vatan stratejimiz, yüzyıllar önce Barbaros Hayreddin Paşa'nın kılıcıyla kazındı derin sulara. Kanuni Sultan Süleyman adaletiyle kök saldı Akdeniz’in ruhuna. Piri Reis, denizin ruhunu kâğıda işledi; ufku, kıyıları ve hakkı haritalara mühürledi. Bugün ise Erdoğan, modern diplomasinin rotasında aynı mirası sürdürüyor.

Yunanistan’ın akıl dışı stratejisinin ürünü olan masa başı hayalî haritaları, artık tarihin çöplüğünde. Akdeniz’in dalgaları, bu gerçek dışı tezleri bir kez daha boğdu.

Barbaros’un Rotası, Erdoğan’ın Vizyonu

Preveze’de kılıçların yazdığı gerçek, bugün modern fırkateynler ve diplomasi masasında aynı hakikatle savunuluyor:

“Hak sahada kazanılır, tarihe öyle yazılır.”

Barbaros’un donanması, Kanuni’nin kararlılığıyla birleştiğinde Akdeniz, zaferin merkezi olmuştu. Bugün Erdoğan’ın liderliğiyle Mavi Vatan, yalnızca bir savunma konsepti değil; tarihi mirası geleceğe taşıyan stratejik bir vizyon.

İstanbul Zirvesi: Enerji ve Güvenliğin Yeni Haritası

Dolmabahçe Sarayı bugün sadece bir görüşmeye değil, Akdeniz’in yeni sayfasına ev sahipliği yapıyor. Erdoğan ve Meloni’nin masasında:

Enerji Koridorları: Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya uzanacak yeni enerji hatlarında, Türkiye’nin onayı olmadan hiçbir projenin hayata geçirilemeyeceği, bir kez daha ortaya konuyor. LNG terminalleri, doğalgaz boru hatları, yeşil enerji ortaklıkları Türkiye-İtalya ekseninde şekilleniyor.

Savunma ve Deniz Güvenliği: Baykar ve Leonardo’nun ortak üretim projeleri, denizde caydırıcılığın Avrupa hattını Türk-İtalyan işbirliğiyle güçlendirecek.

Libya Üçlü Zirvesi: Libya’nın enerji ve güvenlik ekseninde yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin sahadaki etkinliği, İtalya’nın diplomatik desteğiyle daha da pekiştiriliyor.

Göç ve Deniz Güvenlik Çizgisi: Akdeniz’de düzensiz göçün yönetimi, Türkiye merkezli bir güvenlik kuşağına bağlanıyor.

Bu planlar, Akdeniz’in stratejik ağırlık merkezini Türkiye’ye kaydırıyor. Yunanistan’ın masa başında çizdiği hayali sınırlar, bu gerçeklik karşısında birer kâğıt parçasından öteye geçemiyor.

Avrupa’nın Gerçekliği: Türkiye Olmadan Harita Yok

Avrupa’nın enerji güvenliği, artık yalnızca Rusya-Ukrayna hattına değil, Türkiye’nin merkez olduğu Akdeniz jeopolitiğine dayanıyor. Berlin’de, Paris’te, Roma’da herkes biliyor ki Türkiye’nin onayı olmadan Doğu Akdeniz’de tek bir boru hattı bile çalıştırılamaz. Türkiye sadece enerji için değil, göç yönetimi, terörle mücadele ve NATO’nun güney kanadının korunmasında da vazgeçilmez hale gelmiş durumda.

Bugün Avrupa’nın masasında iki gerçek var: Türkiye’siz harita çizilemez, Türkiye’siz strateji yazılamaz.

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz: Yeni Güç Dengesi

Türkiye’nin Mavi Vatan politikası, sadece Ege ve Akdeniz’de değil, Ortadoğu’nun enerji denkleminde de belirleyici. İsrail, Lübnan, Mısır ve Körfez ülkeleri için Avrupa’ya uzanacak enerji yollarının kapısı Ankara’dan geçiyor. Türkiye sahada varlığıyla, masada aklıyla Doğu Akdeniz’deki denklemi yeniden kuruyor. Libya-Türkiye anlaşmasıyla başlayan deniz yetki alanı devrimi, Ortadoğu’da enerji ve güvenlik paradigmasını değiştiren bir mihenk taşı oldu. Yunanistan’ın yok saymaya çalıştığı bu denklem, bugün ABD ve AB’nin dahi kabul ettiği bir gerçek haline geldi.

Kıbrıs: Yeni Dönemin Anahtarı

Kıbrıs, Akdeniz’in tam ortasında Türkiye’nin jeopolitik kilidi olmaya devam ediyor. Rum kesiminin tek taraflı girişimleri, Yunanistan’ın desteklediği hukuksuz projeler, Türk donanmasının caydırıcı gücüyle boşa çıkartıldı. Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı Türkiye’nin etkinliği olmadan kurulamaz. Kıbrıs Türk halkının eşit hakları, Türkiye’nin diplomatik ve askeri iradesiyle uluslararası gündemin merkezine taşınıyor. Bu güç dengesi, Yunanistan’ın dayatma hayallerini her seferinde suya gömüyor.

Küresel Perspektifte Türkiye’nin Yükselen Mavi Gücü

Bugün Akdeniz sadece bölgesel bir mücadele alanı değil, küresel bir güç sınavıdır. ABD’den Rusya’ya, Çin’den AB ülkelerine kadar herkes Akdeniz’deki denklemi izliyor. Türkiye, yalnızca kendi haklarını değil, enerji ve güvenlik alanındaki stratejik varlığıyla dünya güç haritasını da yeniden şekillendiriyor. Türk SİHA’larının gölgesi, sadece Ege’nin üzerinde değil, Avrupa ve Ortadoğu’nun güvenlik çizgisinde de belirleyici hale gelmiş durumda. Bu yüzden Akdeniz’de Türkiye’yi yok sayan her harita, kağıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.

Piri Reis, yüzlerce yıl önce denizleri çizerken yalnızca kıyıları değil, bir milletin varlık hakkını çizdi. Bugün Erdoğan’ın masaya koyduğu enerji projeleri, savunma işbirlikleri, deniz yetki alanı anlaşmaları işte o haritanın devamıdır. Piri Reis’in mürekkebiyle başlayan hak mücadelesi, Barbaros’un kılıcıyla kazanılmış, Kanuni’nin adaletiyle korunmuş, Erdoğan’ın iradesiyle modern çağda diplomatik ve teknik üstünlüğe dönüşmüştür.

21. Yüzyılın Türkiye Rotası

21. yüzyılın deniz düzeni artık tek kutuplu güçlerin çizdiği eski haritalarla yönetilmiyor. Akdeniz, enerji, güvenlik, ticaret ve jeopolitik güç mücadelesinin kalbi haline gelirken, Türkiye sahada ve masada belirleyici aktör olarak yükseliyor. Bu yeni düzende, hak arayışını tarihten aldığı güçle sürdüren Türkiye, denizlerde yalnızca kendi geleceğini değil, bölgenin güvenlik mimarisini de şekillendiriyor.

Türkiye, donanması, teknolojik gücü ve diplomatik ağlarıyla Akdeniz’de yeni bir istikrar haritası çiziyor. Enerji koridorlarının kavşak noktasında duran Türkiye, hem Avrupa’nın enerji açlığını hem Ortadoğu’nun güvenlik kaygılarını aynı masada çözebilen tek ülke konumunda. Bu stratejik merkezilik, Ankara’yı sadece bölgesel değil, küresel bir deniz gücü haline getiriyor.

Bu yüzden bugün çizilen her yeni rota, imzalanan her enerji anlaşması ve alınan her güvenlik kararı Türkiye’nin onayı olmadan geçerlilik kazanmıyor. Mavi Vatan, artık bir savunma konseptinden öte, küresel güç dengelerinin yeniden kurulduğu, Türkiye merkezli bir deniz düzeninin adı haline gelmiş durumda. Barbaros’un mirası, Kanuni’nin adaleti ve Erdoğan’ın vizyonu birleşerek Akdeniz’i yeniden Türk tarihinin haklı çizgisine taşıyor.

Bugün Akdeniz’in dalgaları, geçmişin zaferlerini ve geleceğin stratejisini aynı anda taşıyor. Yüzyıllardır süren bir hak mücadelesi, modern çağın en kritik deniz jeopolitiğinde Türkiye’nin eliyle yeniden yazılıyor.

Ve artık tarih şunu bir kez daha kaydediyor: Akdeniz’in pusulası Türkiye’nin elindedir, bu gerçek değişmez; hayallerse her zaman suyun dibine gömülür.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
03.08.2025
Tüm Yazıları

İstanbul... Harikulade bir şehir...Geçmişi, bugünü, geleceği...

Bu şehrin her bir sokağında bir hikâye gizli. Osmanlı döneminde kalma bir cömertlik var dokusunda… Sıfatlar, Doğu'dan Batı'ya kadar öyle zengin...

Metropol olan bu şehrin yollarında da hikayeler gizli.

Şehrin her köşesine kolaylıkla ulaşılabilir raylı sistemler mevcut. Yerin altına örülen bu ağlar, insan hayatlarını da bağlıyor.

ANCAK…

İnsanlar bu yolculuklarda uçak moduna geçiyor. Uzun süredir dâhil olduğum alanlarda gözlemlediğim bir durum söz konusu.

GÖZ GÖZE GELMEKTEN ÜRKÜYORUZ


Bilinen üzere sözüm ona akıllı telefonlarımız yer altında çekmiyor. Bunu bilerek hareket eden 5 kesim var:

1-Telefonuna oyun ya da dizi indirenler
2-Kitap okuyanlar
3- Müzik dinleyenler
4- İnsanları izleyenler
5- Hiçbir şey yapmamayı tercih edenler

İnsanlar, sanal ortam ya da sosyal medyadan uzak kaldığında, ne düşünüp, ne hissedeceğini bilemez hale geldi. Göz göze gelmekten ürker durumdayız. Bunun için bazen kulaklıklara, bazen de gözlüklerin arkasına sığınıyoruz.

Bu kez çözüm arayışına girmeyeceğim. Bunun bir çözümü yok çünkü.

Sürekli bir şeylere yetişmeye, haberdar olmaya, görünür kalmaya programlıyız. Fakat görünmekle var olmak arasındaki farkı unutmaya başladık.

İŞ DÜNYAMIZA BAĞLANMAK

İnsan bazen dış dünya ile bağlantısı kesilince, iç dünyasına bağlanabilir.

Ve belki, tam da o anlarda, kim olduğumuzu biraz daha net görürüz.
O nedenle…

Bir gün bir yeraltı hattında telefon çekmediğinde endişelenme.

Çünkü belki de o anda, asıl bağlantıyı kendinle kurman gerekiyordur.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
04.08.2025
Tüm Yazıları

Göç ve benzeri nedenlerle terk ettik ata yurdumuzu ve akıp giden insanlarla birlikte yerleştik şehir sokaklarına… Hızlı tüketimin, ev dışı beslenmenin egemen olduğu bu yeni düzende, eskiden köy fırınlarının odun dumanıyla buluşturduğu sofralar şimdi birer hatıraya dönüştü. Tandırlar, büyük kazanlar, ağır ateşler söndü; geriye yalnızca anılar kaldı.

Bir dönemin tandırda ağır ağır pişen et kokusu, bugün yüksek fırınların hızlı ısısında kayboldu desek yanlış olmaz sanırım.

Anadolu’nun birçok kentinde unutulan lezzetler, Amasya’da Cızlak’ın çıtırtısı ve efsane Diyarbakır çöreğinin bayramı anımsatan kokusu… Kim bilir belki de hepsi büyüklerimizin anlattığı hikayelerde saklı. O kocaman kazanlarda kaynayan keşkek, telaşsız bir sabahın unutulmaz anısı, şimdi kelimelerde ve yadımızda kaldı…

Anadolu’da fırın kapandı, tandır söndü.

İstanbul’da yaşayan Diyarbakırlı bir torun diş çıkardığında belki hiç tatmadı hedik lezzetini. Gümüşhaneli genç hâlâ Siron’un varlığından habersiz. Şehirli hayat, kentleşme ve göç… Her biri bu lezzet hikâyesinin peyder pey unutulmasını sağladı.

Osmanlı saray mutfağına özgü cüvariş, zülbiye gibi pek çok tatlı, Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgesinden özellikle Van ilinde Keledoş, ekşili çılbır, kadesürk, kavut, erişte aşı gibi lezzetler, Erzurum yöresine ait perverde, Balıkesir Edremit’in Sütlü Balığı, Zeytin Çorbası ve Cendere Tatlısı, Sinop mutfağından ıslama, nohutlu tavuk, keşkek, tuzlu balık, balık yahnisi, sirkeli patlıcan ve soğan aşı gibi daha pek çok ilimize ait çok sayıda lezzet bugün unutulmaya yüz tutmuş gibi görünüyor.

Bir zamanların sabırla yapılmış et yemekleri, tereyağında sarımsakla buluşan taze hamur işleri, artık yaşayan tarif değiller.

Osmanlı saray mutfağında var olan lezzetler, sanki günümüzde olmamanın hüznünü taşıyor. Ayvalı kavurmanın tuzlutatlı harmonisi ile keledoş”un asırlık lezzeti geçmişten gelen bir çağrı gibi, “ne olur bize de kıymet verin” diye.

UNUTULMAYA YÜZ TUTAN BAZI LEZZETLER

Ayvalı Kavurma – Diyarbakır

Diyarbakır mutfağının unutulan yemeklerinden biri

İskilip Dolması (Çorum)

Düğünlerde imece usulü hazırlanan bir yemek. Büyük kazanda koca parçalı etler, 3 ayaklı bir saç ve üzerine torbalar içine doldurulmuş pirinç, odun ateşinde uzun saatlerce ağır ağır pişer. Çorum merkezinde Mustafa Usta halen yapıyor bu lezzeti

Perohi (Karabük):

Boşnak göçmen mutfağından miras bir mantı türü…

Batırık (Konya / Karaman):

Yaz sofralarının hafif geçirilen çorbasalatası

Kavut (Van):

Kış sofralarının kavruk buğdayın tereyağıyla kavrulmuş tatlısı…

Cızlak (Amasya):

Sacda ince açılan hamur üzerine peynir, ıspanak ya da patates koyularak hazırlanan kıtır gözleme.

Siron (Karadeniz)

Fırınlanmış yufkaların yoğurt ve tereyağıyla buluştuğu tatlı-ekşi bir lezzet.

Gerdan Dolması (Balıkesir):

Kuzu ya da koyun gerdanıyla yapılan, pirinç, baharat, bazen ciğerli dolma.

Zülbiye (Balıkesir):

Kızartılan hamurun şerbetle buluştuğu tatlı…

Adana BamyaDolması Adana

Taze bamyanın içi oyularak etpirinç karışımıyla doldurulup pişirildiği, çok zahmetli eski bir Adana yemeği.

AdıyamanTeneHelvası Adıyaman

Adıyaman'a özgü, nişasta ve pekmezle yapılan, “habbe helvası” olarak da anılan tatlı

Abdigör Köftesi – Ağrı

Yağsız dövülmüş sığır eti, yumurta, un ve pirinç karışımı, taş tezgahlarda dövülerek elde edilir ve haşlanır.

Yakasal Böreği – Amasya

Sini büyüklüğünde üç kat hamur; katlar arasına tereyağı, yumurta. Sonrasında ocakta sininin altı‑üstü döndürülerek kızartılır.

Hibeş – Antalya

Antalya kahvaltılarında sunulan, tahin, sarımsak, limon ve biberle hazırlanan bir meze

Bolama Yemeği Aydın

Nohutlu, etli, pirinçli, yoğurtlu soslu, özellikle kuşbaşı et, arpacık soğan, salça ve domatesle hazırlanır.

Bir yığın toplumsal mesele içinde kaybolmuş mutfak hikâyelerimiz… Nihayetinde bu yemekler şahane bir lezzet olmalarının yanında kök, hikâye, komşuluk, imece ruhu taşıyan birer kültür parçaları.

Siz de büyüklerinizin tarif defterlerinden bir sayfa koparıp, bu lezzetleri yapmaya ne dersiniz? Deneyin bence. Gençlerle paylaşın, sosyal medyada anlatın, bir festivale getirin ama mutlaka unutulmaya yüz tutmuş bu lezzetleri günümüze taşıyın.

Ne var ki hâlâ bir yerlerde bir köy kadını sabah erkenden ateşi yakıyor, gün yüzü görmemiş nice lezzetler pişiriyor. Lezzetlerimizin kaybolmaması dileğiyle…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
03.08.2025
Tüm Yazıları

İstihbarat savaşlarının en kanlısı günümüzde, hiç kurşun sıkılmadan yaşanıyor. Görünmez cephelerde, devletlerin kaderi kılıçlarla değil, gizli ağlarca çiziliyor. Tarih, bu gerçeği defalarca yüzümüze vurdu. Osmanlı’nın son yüzyılına bakın; cephelerde kazandığı savaşların yanında içeriden kaybettiklerinin bedelini ağır ödedi. İngilizlerin Arap Yarımadası’nda kurduğu gizli ağlar, Lawrence’ın altın ve vaatlerle devşirdiği kabileler, savaş meydanına çıkmadan büyük bir ihanetle Osmanlı’yı içeriden parçaladı. Çöküşün en keskin darbeleri işte o gün, zihinsel işgal başladığında geldi. Bugün MİT’in “İsrail-İran modelini Türkiye’ye uyarlama” uyarısı, o tarihî dersin yeniden hatırlanmasıdır.

İran’daki tablo bize modern zamanların casusluk tekniklerini tüm çıplaklığıyla gösteriyor. İsrail’in yıllar içinde kurguladığı ağ, sadece ajan yerleştirmekle sınırlı kalmadı; toplumsal fay hatlarını derinleştirdi, ekonomik kırılganlıkları kaşıdı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları bir silah gibi kullandı. Kritik devlet görevlilerine, medya ve sivil toplum ağlarına sızıldı. “Sahte suikast” haberleriyle halkın güveni sarsıldı, toplum korkuya teslim edildi. Hiçbir füze atılmadı ama bir ülke adım adım içeriden vuruldu. Bu, yeni nesil hibrit savaşın en görünmeyen, en yıkıcı haliydi.

MİT Akademisi’nin analizinde geçen “Tersiz Türkiye” kavramı, işte bu görünmez savaşa karşı kurulacak milli kalkanın adıdır. Çünkü Türkiye yalnızca fiziki sınırlarını değil, zihinsel ve duygusal sınırlarını da korumak zorunda. Selçuklu döneminde Batinî hareketler, Osmanlı’da dış destekli iç isyanlar, 19. yüzyılda parçalanan Balkanlar… Tarih boyunca Türk devletlerinin çöküşünü hazırlayan her girişimin ilk adımı “içeriden devşirme” oldu. Bugün düşmanın yöntemi değişti, ama hedef aynı: Kardeşi kardeşe düşürmek, güveni çalmak, bir milleti kendi elleriyle parçalatmak.

Dijital çağ bu savaşın silahlarını daha sinsi kıldı. Sosyal medya üzerinden yayılan manipülasyonlar, sahte suikast haberleri, kurgulanmış fotoğraflar ve videolar, bir ülkenin dokusuna işleyen zehirli sarmaşıklardır bugün … Birkaç saat içinde bir milletin psikolojisini alt üst edebiliyor. Artık savaş meydanında ordu yok; savaş, ekranlardan, telefonlardan, zihnin en kuytu köşelerinden yürütülüyor. Ve bu savaşın kaybedilmesi, toprak kaybından daha ağır bir yenilgi demektir.

“Tersiz Türkiye” sadece MİT’in değil, tüm milletin projesi olmak zorunda. Çünkü bu model, yabancı servislerin içeride boşluk bulmasını engelleyecek bir milli güvenlik ekosistemini ifade ediyor. Bunun temelinde üç sac ayağı var: birlik ve kardeşlik duygusunun güçlendirilmesi, ekonomik-sosyal reformlarla kırılganlıkların azaltılması, dijital bilinç ve stratejik farkındalıkla psikolojik harp saldırılarına karşı kalkan oluşturulması.

Tarih bize bir gerçeği tekrar tekrar hatırlattı: Çin Seddi’nin devasa taşları Moğolları durdursa da içeriden bir ihanet kapıları açtı. Osmanlı’yı parçalayarak Sevr masasına oturtan İngiliz planlarının en büyük gücü, orduları değil, içerdeki devşirmelerdi. Bugün Türkiye aynı oyunun farklı maskelerle yeniden sahnelendiği bir dönemin eşiğinde.

MİT’in uyarısı, sadece istihbarata değil, toplumun her kesimine yapılan bir çağrıdır: Bu toprakların geleceğini korumak, sadece sınırlarımızı değil, aramızdaki güveni de korumaktan geçiyor. Eğer millet, birliğini ve akıl sağlığını kaybederse, en güçlü ordular bile o kaybı telafi edemez. Bu yüzden düşmanla savaşmak artık yalnızca cephede değil, her hanede, her okulda ve dijital ekranda yürütülmek zorunda.

Ve unutmayalım: Tarih, içeriden yıkılan devletlerin yasını tutarken hep aynı cümleyi bize hatırlatır; “Onlar savaşta değil, birbirine sırtını döndüğünde yenildi.” Türkiye, kendi yüzyılında bu hatayı tekrarlamayacak kadar büyük bir akla, köklü bir hafızaya ve yeniden dirilmiş bir milli bilince sahiptir. “Tersiz Türkiye” işte bu bilincin yeni adı, yarının güvenliğinin teminatıdır.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
03.08.2025
Tüm Yazıları

Galatasaray, yeni sezon öncesi yaptığı 5 hazırlık maçının 4’ünü kazandı ve son Lazio maçında ise beraberlikle ayrıldı. Adı üzerinde hazırlık maçı! Fakat Lazio diğer 4 takıma bedel bir performans ortaya koydu.

Bu sezon özellikle Avrupa’da başarı hedefleyen Galatasaray, acil transfer gereken noktaları bir kez daha görmüş oldu. Cimbom’un Sane ve Osimhen transferinin ardından, kaleci, stoper, sağ bek ve orta saha transferi yapması şart oldu. Bu mevkilere takviye gelmez ise Galatasaray’ın uzun lig maratonuyla beraber Avrupa’daki başarısı da hayal olur.

Yönetimin ve hocanın transfer planlamasında kaleci ve birden fazla mevkide oynayan stoper transferi planlaması var. Stoperiniz ve sağ bek oyuncunuz nokta transferler olmalı. Neden diye soracak olanlara ise geçtiğimiz 2 sezon Kaan Ayhan’ın gördüğü kırmızı kartları bir anımsasın derim... Kısacası bir oyuncu iki mevkide oynasın, düşüncesinden vazgeçilmeli ve stoper ve sağ bek ayrı olarak transfer edilmeli.

Orta sahaya gelecek olursak… Torreira, Lemina ve Sara’nın aynı anda sahada olduğunu düşünürsek ve bu oyunculardan bir tanesi cezalı duruma düşürse bu kalitede yedek kulübenin sağlam olması gerek. Okan Buruk, Lemina öncesi gibi orta saha transferini es geçerse başına dert alır.

Lazio maçında ise Sara, Torreira ve Yunus’un performansını çok beğendim. Üç oyuncuda sezona bomba gibi başlayacak gibi görünüyor. Barış Alper’in sonradan oyuna girerek hırslı tavrı da dikkatlerden kaçmadı. Sane, Kemerburgaz’da çift idman yapıyor. Lig maçına kadar form tutması muhtemel. Son olarak Osimhen’de Gaziantep maçında sahada olacak şekilde çalışıyor…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
31.07.2025
Tüm Yazıları

Oyuncuların son yıllarda yer aldıkları projelerde bölüm başına istedikleri ücretler adeta dudak uçuklattı. Popüler dizilerin yeni sezonda başlamasına yakın ortaya ücretler sonrası sosyal medyada tepkilerde büyüdü. Her hafta neredeyse 2 veya 4 milyon arası bir ücret kazanan oyuncuların bunu hak edip hak etmedikleri ise tartışılır bir konu oldu.
Çünkü öte yandan aynı diziye daha fazla emek veren çekim ekiplerinin asgari ücretten maaş alması ortadan büyük bir adaletsizliğin olduğunu gösterdi. Aynı şekilde oyunculuğu daha iyi olan bir başka oyuncunun ise daha düşük ücret alması da tartışmalar arasında yer aldı.

SEKTÖRDE TEKELLEŞME

Son yıllarda özellikler yeteneklerin azalıp, güzellik algısının ya da popülerliğin ortaya çıkması da dizi sektöründe rahatsızlık derecesinde artış gösterdi. Ayrıca bir dizinin kazancının neredeyse yüzde 60’ının sadece oyunculara gitmesi adaletsizliği gözler önüne seriyor.
Üstelik dizi ve filmler artık hem kanallarda hem de platformlarda çekiliyor. Burada sizce en çok çekim ekibimi yoksa oyuncular mı yoruluyor? Sorunun cevabı açık. Bu alanlarda resmen tekelleşme hata mafyalaşma var. Bunların örneklerini yakın zamanda menajerlik şirketlerine yapılan denetlemede de gördük.
Başarının ve yeteneğin gölgede bırakıldığı sektörde birçok oyuncu mesleğini bırakmak zorunda kalıyor. Çekim ekibindeki yetenekli kameramanlar ve birçokları ise başka alanlara yöneliyor. Bu denli adaletsizlik sektörün çöküşüne bile neden olabilir. Huzursuz hikayelere kalitesiz işlere yol açar.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş