SON YAZILAR
19.05.2025
Tüm Yazıları

Türkiye'de en popüler sosyal medya platformu 58,4 milyon kullanıcı ile Instagram'mış. Kullanıcıların platformlarda geçirdikleri süreye bakıldığında, ayda ortalama 32 saat 36 dakika ile Instagram başı çekiyor... Yani rutin bir çalışanın ayda 1 günlük, yılda ortalama 12 günlük mesaisinin kesilmesi demek...
...

HAYATA 'ES' VERMEK

Geçtiğimiz günlerde bir story paylaştım. Müziği severim, her anın bir melodisi olduğuna inandığım için o story‘e de bir fon müziği koydum. Bir arkadaşım yanımdayken kafa dağıtmak için Instagram’a girdi birkaç dakika. Hikayeleri kaydırıyor. Kulağım fena değildir. Benim paylaştığım, yaklaşık 15 saniyelik videoyu, 1 saniyede geçti.

“Az önce benim hikayemi es geçtin,” dedim. Kahkaha attı…

Kendi hikayemiz bile bize sabredilmeyecek kadar 'fazla' gelmeye başlamışken, başkasının hikayesinde durmak, empati kurmak, merak etmek ya da sadece birkaç saniyeliğine olsun orada olmak neden bu kadar zorlaştı?

'BUGÜN NE HİSSEDİYORSUN?'

Aslında sadece hikayeleri değil, insanları da kaydırıyoruz. İlişkileri, duyguları, doğanın sesini... Ne hissettiğimizi bile bazen uygulama hatırlatıyor: “Bugün ne hissediyorsun?”
Ve biz de içimizden geleni değil, dışarıdan beğenileceğini düşündüğümüz şeyi seçiyoruz. Çünkü gerçek duygular, filtrelenmemiş bir yüz gibi, fazla çıplak geliyor göze. Kırılganlık artık cesaret değil, zaaf olarak okunuyor.
O yüzden üzülmek yerine gülen emoji, sıkılmak yerine paylaşımlar; konuşmak yerine story atıyoruz.

AN MI, ANI MI?

Ama hayat bir algoritma değil. Kaydırdıkça değil, durup baktıkça güzelleşiyor.
Sosyal medya, elimizin altında bir pencere olabilir. Ama dışarıda, gerçekten dokunulabilir bir dünya var. Renkleri filtrelenmemiş, sesi bozulmamış, gerçek kokular taşıyan bir dünya. Belki de aradığımız iyilik, huzur, sevgi, birinin paylaştığı videoda değil, kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız anda saklıdır.

Çünkü biz, anı biriktirmeye çalışırken an’ı kaçıran aptallar silsilesiyiz.
Ve hikâyeleri kaydırırken, belki de en çok hayatıkaçırıyoruz.


...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
19.05.2025
Tüm Yazıları

Türkiye’nin kadim şehirlerinden biri, bereketli toprakların ve destansı tarihin taşa, toprağa karıştığı bir yer: Manisa. Kültür Yolu Festivali, bu yıl rotasını bu eski payitahta çevirerek, zeytinine, üzümüne, kavununa, kebabına selam duruyor.

Manisa Kültür Yolu’nda şehzadelere layık bir sofra kuruluyor

Baharın en güzel günleri sayılan, 17-25 Mayıs tarihleri arasında Manisa, bir kültür senfonisine ev sahipliği yapıyor. Sergiler, söyleşiler, konserler ve atölyelerle örülmüş bu dokuz günlük şölen, sanatı ve kenti de görünür kılacak. Ama en çok da o görünmeyen lezzet izlerini… Çünkü Manisa’da her sofranın ayrı bir hikâyesi var. Ve bu hikâyeler, yüzyıllardır kaynayan tencerelerde, taş fırınlarda, üzüm bağlarında, zeytinliklerde sürüp gidiyor.

Bir kebabın sessiz ihtişamı

Şehzade sofralarının gölgesinden süzülerek günümüze ulaşan en nadide lezzetlerden biri de Manisa kebabı. Tereyağında ağır ağır pişen, iki etin—dana ve kuzunun—gönül birliğiyle yoğrulduğu bu kebap, damak ve hafızalarda yer etmesiyle bilinir. Yanında közlenmiş yeşilbiber ve domatesle sunulan bu lezzet, soğanın sumakla buluştuğu nefis bir karışımla servis edilir. Coğrafi işaretli bu tat, Manisa’nın gastronomik ve kültürel kimliğinin de bir parçası…

Ancak Manisa mutfağı yalnızca bu kebaptan ibaret değil elbette. Akhisar’da domat zeytinleri altın gibi parıldar sabah güneşinde… Zeytinlerden damıtılan yağ ise bir ekmeğe dokunduğunda, sade bir öğünü bir ritüele dönüştürür. Akhisar köftesi, Alaşehir kapaması ve tahinli pidesi, Kırkağaç’ın paçası, Soma’nın helvası… Her biri bir başka ilçenin hafızası, geçmişle gelecek arasındaki görünmeyen köprü...

Şifanın ve Ritüelin Harmanı “Mesir Macunu”

Manisa’nın simgesi haline gelmiş Mesir Macunu, yalnızca bir tat değil, bir şifa geleneği... Baharatların özenle seçilip karıştırılması, bu macunu lezzetli ama aynı zamanda mistik kılar. Her yıl düzenlenen Mesir Macunu Festivali, bu geleneği yaşatmakla kalmaz, Manisa’nın tarihle kurduğu benzersiz ilişkiyi de ortaya çıkarır. Macunun saçılması, bereketin gökten yere inişini simgeler, tıpkı yağmur gibi, umut gibi…

Kültür Yolu’nda bir durak: Sardes ve Aigai’nin Gölgesinde

Kültür Yolu Festivali’nin bir ayağı da binlerce yıllık geçmişe sahip Sardes Antik Kenti’nde yankılanıyor. Lidyalıların izlerini taşıyan bu topraklar, paranın icat edildiği yer olmakla beraber lezzetin de tarih sahnesine çıktığı bir coğrafya... Aigai Antik Kenti’nde ise taşlara sinmiş fısıltılar, binlerce yıl öncesinden bugüne bir şeyler anlatır gibi..
“İnsan, toprağa ne verirse sofrada onu bulur.”

Spil Dağı’nın eteklerinde yetişen kekikler, dağ çilekleri, dağdan inen pınarlarda serinleyen keçilerin sütü… Manisa, doğayla mutfağını iç içe geçirmiş bir bilgelik taşır. Her otun, her baharatın, her ürünün ardında bir kadim bilgi, bir Anadolu sezgisi bulunur.

Üzümün altın hâli ve simit tadı

Coğrafi işaretli Manisa Sultani çekirdeksiz üzümü, sofraların incisi... Hem kurusu hem tazesiyle, sofralara ve çocukluk anılarına tat katar. Saruhanlı’nın çekirdeksiz beyaz üzümü, Salihli’nin kirazı, Demirci’nin hünnabı… Her biri bu toprağın hediyesi, Anadolu’nun eliyle şekillenmiş mucizeleri sanki.
Ve tabii Taban Simidi… Manisa’nın fırınlarından çıkan bu özel simit, taş fırında pişirilmiş altın halkalar gibi… Sade kahvaltıların şenliği ve çayın en iyi dostu...

Bir festival, bir hafıza, bir sofra

Manisa’nın mutfağı, karnımızı doyurmakla kalmaz belleğimizi de besler. Çünkü bu şehirde her yemek, bir hikâyenin devamı... Burada her bir hikâye, toprağa, tarihe ve insana dair bir şükran ifadesi sanki…

Türkiye Kültür Yolu Festivali, her yıl başka bir kente değerek, kültürün yaşayan bir şey olduğunu hatırlatıyor bize. Manisa gibi köklü şehirlerde ise bu hatırlatma, etkinlik afişlerinde olmasının yanında bir zeytin dalında, bir tahinli pidede, bir topalak yemeğinde kendini gösteriyor. Kurşunlu Han’da açılan sergiler, dijital minyatür uygulamaları, “Yaşayan Miras” sergileriyle birleşince; Manisa, geçmişten bugüne uzanan bir zaman yolculuğunun başrolü oluyor.
Bu yıl Manisa’dan geçen Kültür Yolu, gözümüzü, gönlümüzü ve damağımızı şenlendirecek gibi duruyor. Ve bir şeyi hatırlattı: Bir kentin ruhunu anlamak istiyorsan, önce onun sofrasına otur.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
17.05.2025
Tüm Yazıları

Medya sektörü, teknolojinin hızına ayak uydurarak yeniden şekilleniyor. İhlas Medya Grubu olarak, bu dönüşümün sadece takipçisi değil, öncüsü olma hedefiyle yol alıyoruz. Geçtiğimiz günlerde İhlas Holding binasında gerçekleştirdiğimiz “Dijitalciler İletişimcilerle Buluşuyor” etkinliği, bu vizyonun somut bir yansıması oldu. İletişim ve halkla ilişkiler ajanslarının temsilcileriyle bir araya gelerek, dijital medya dünyasındaki yenilikçi yaklaşımlarımızı paylaştık ve iş birliği fırsatlarını masaya yatırdık. Bu buluşma, haberciliğin geleceğine dair umut verici bir adım olarak hafızalarda yerini aldı.

Teknolojiyi üreten medya

İhlas Medya’nın Dijital Varlıklar Grubu olarak, teknolojiyi yalnızca tüketen değil, üreten bir kurum olma yolunda kararlı adımlar atıyoruz. Kendi yazılım ekiplerimizi kurarak, tgrthaber.com gibi platformlarımızda yenilikçi teknolojiler geliştirdik. Bu, rekabetin yoğunlaştığı medya sektöründe bize özgün bir avantaj sağlıyor. Yakın gelecekte, Türkiye Gazetesi’nin 55 yıllık arşivini yapay zeka desteğiyle dijital ortama aktararak, bu değerli birikimi kamuoyunun erişimine sunacağız. Bu proje, tarihin dijital çağla buluştuğu bir köprü niteliğinde.

Dijital dönüşüm, sadece teknik altyapıyla sınırlı değil. Habercilik anlayışımızı da kökten değiştiriyor. Tgrthaber’in Genel Yayın Yönetmeni kıymetli çalışma arkadaşım İbrahim Günay’ın etkinlikte vurguladığı gibi, “Haberi sadece aktaran değil, haberciliği dönüştüren bir platform olmayı hedefliyoruz.” Son bir yılda yakaladığımız büyüme ivmesi, özverili ekibimizin ve doğru habercilik anlayışımızın bir sonucudur. Hızlı, teyitli ve güvenilir haber sunma misyonumuz, dijital platformlarda da aynı kararlılıkla devam ediyor.

Sosyal medyada özgün bir ses

Şu bir gerçek ki dijital çağ, haberciliğin sınırlarını tüm medya adına yeniden çiziyor. Siyasetten uzak durarak geniş kitlelere hitap eden sosyal medya mecralarımızla, aylık 700 milyonu aşan görüntülenmeye ulaştık. Bu, toplumun her kesimine ulaşma hedefimizin bir göstergesi. Amacımız, her yaştan ve her ilgi alanından insana dokunan içerikler üretmek. Bu doğrultuda, sosyal medya platformlarımızda özgün, kaliteli ve teyitli içeriklere odaklanarak, habercilikte yeni bir dil inşa ediyoruz.

Turkiye Today: Dünyaya açılan pencere

Etkinlikte öne çıkan bir diğer proje, İngilizce yayın yapan Turkiye Today platformumuz oldu. Turkiye Today, Türkiye’nin kültürel zenginliklerini, başarılarını ve mücadelelerini yabancı okuyuculara doğru ve özgün bir dille aktarıyor. Genel Yayın Yönetmenimiz değerli çalışma arkadaşım Osman Bahattin Dirlik’in de ifade ettiği gibi; “Türkiye’nin sesini güçlü bir marka değeriyle dünyaya duyurmak, artık bir tercih değil, bir zorunluluktur”. Bu platform, global arenada Türkiye’yi dengeli bir perspektifle tanıtma misyonumuzun bir parçasıdır.

Ayrıca, beni en çok heyecanlandıran ise Türkiye Gazetesi’nin dijitalleşme sürecindeki yenilikleridir. Zira, eylül ayında hayata geçecek kullanıcı dostu web ve mobil tasarımlarımız, okuyucularımıza kişiselleştirilmiş bir deneyim sunacak. Yani çok yakın bir zamanda 55 yıllık arşivimizin tamamı dijital erişime açılmış olacak. Bu geçmişle geleceği birleştiren önemli bir adım bizim için ve sabırsızla yazılım ekibimizin son noktayı koymasını bekliyorum.

Sinerjiyle büyüyen yepyeni bir ekosistem

“Dijitalciler İletişimcilerle Buluşuyor” etkinliği, medya ile PR ajansları arasında sinerji oluşturma hedefimizin bir yansımasıydı. İletişim ajanslarının yöneticileriyle bir araya gelerek, haberden reklama, dijital içerikten medya planlamaya kadar sunduğumuz hizmetleri detaylıca aktarmış olduk. Bu buluşma, sektördeki yenilikleri paylaşarak etkili iletişim stratejileri geliştirme fırsatını da birlikte sunmuş oldu. Katılımcıların, sunduğumuz çözümlerin iletişim süreçlerine katacağı değeri yerinde deneyimlemesi, bizim için büyük bir gurur kaynağı oldu.

Geleceği şekillendirmek

Dijital varlıklar olarak, Türkiye’nin en büyük dijital medyası olma hedefimize emin adımlarla ilerliyoruz. Dünya trendlerini takip ederken, yerel değerlerimizden güç alarak öncü olmaya devam edeceğiz. Teknoloji, habercilik ve insan odaklı yaklaşımımızla, medya sektöründe yeni standartları belirleyeceğiz.

Bu yolculukta, iş ortaklarımız, okuyucularımız ve izleyicilerimizle birlikte büyümek, bizim için en büyük motivasyon olacaktır. Dijital dönüşümle şekillenen bu yeni çağda, haberciliğin geleceğini birlikte inşa etmeye hazırız!

Önümüzdeki hafta Cuma tekrar görüşmek üzere.

Hoşça kalın…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
16.05.2025
Tüm Yazıları

Bugün geldiğimiz nokta, bu milletin ve devletin, yalnızca askeri bir başarı değil; jeopolitik bir akıl savaşı kazanarak tarihe düştüğü nottur.

PKK'nın silah bırakması, sadece bir terör örgütünün zayıflaması değil; Türkiye’nin 2016'dan itibaren yürüttüğü çok katmanlı güvenlik ve dış politika stratejisinin zaferidir. Bu süreç, bir güvenlik başarısı kadar, bir diplomatik mühendislik ürünüdür.

Türkiye Ne Yaptı?

Türkiye, 2010’lu yıllarda küresel düzlemde yaşanan kırılmaların içinde, klasik savunma reflekslerinin ötesine geçerek proaktif ve çevik bir güvenlik mimarisi kurdu:

- Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Pençe-Kilit operasyonları gibi askeri hamlelerle sınır güvenliğini sıcak hatta kurdu.
- Milli İHA/SİHA teknolojileri, PKK’nın hareket kabiliyetini sıfıra indirdi.
- MİT’in derin saha operasyonları, örgütün üst kadrolarını bir bir tasfiye etti.
- Dış politikada çok yönlü diplomasi ile Bağdat ve Erbil arasında denge kuruldu; İran ve ABD arasındaki boşluk iyi okundu.
- Ve en önemlisi: Terörle mücadelede siyasi irade ile askeri irade eşgüdüm içinde çalıştı.

PKK Neden Silah Bıraktı?

Bunun cevabı nettir: Artık dağda kalmak da, şehirde saklanmak da mümkün değil.

Türkiye’nin saha hâkimiyeti, artık sadece fiziki değil; istihbari ve psikolojik bir üstünlüğe dönüştü. PKK’nın lojistik damarları kesildi, halk tabanı daraldı, uluslararası meşruiyet zemini çöktü.

ABD’nin, Avrupa’nın ve bazı Arap ülkelerinin örgüte olan “sessiz desteği”, Türkiye'nin kararlı dış politikası ve NATO’daki pozisyonunu iyi kullanması sayesinde etkisizleştirildi.

Irak ve Bölgeye Etkisi

PKK'nın Irak’tan çekilmesi, Irak merkezi yönetimi ile Kürt Bölgesel Yönetimi’nin iç barışına da hizmet edecektir. Çünkü:

- Örgüt artık yalnızca Türkiye değil, Irak için de bir baş ağrısı hâline gelmişti.
- PKK’nın varlığı, Türkmen kentlerinde güvenliği tehdit ediyor, KDP ve KYB arasında çatışma riski oluşturuyordu.
- Türkiye’nin bölgede yürüttüğü enerji diplomasisi, Kerkük-Ceyhan hattının geleceği için istikrarı zorunlu kıldı.

Bu gelişme, sadece Türkiye değil; Irak’ın da çıkarına oldu. Ve kazanan bir kez daha Ankara oldu.

Uluslararası Düzlemde Türkiye'nin Konumu

PKK'nın tasfiyesi, Türkiye'nin uluslararası pozisyonunu güçlendirdi:

- Avrupa Konseyi ve NATO nezdinde Türkiye’nin “güvenlik kaygıları” daha somut algılanmaya başlandı.
- ABD ile yürütülen F-16 müzakereleri ve diğer askeri ilişkilerde “terörle mücadele şartı” Türkiye lehine bir baskı unsuru oldu.
- Afrika, Orta Asya ve Körfez ülkeleriyle kurulan ittifaklar, Türkiye’nin terörle mücadele tecrübesini dış politikada bir enstrüman hâline getirdi.

Milli Birlik Vardı, PKK Onu Sabote Etmeye Çalıştı

Türkiye’de etnik çatışma yoktu; çünkü Anadolu’da “kardeşlik” zaten genetik bir gerçekliktir.
PKK, dış akılların ürünüydü.

- Almanya laboratuvarlarında yazılmış manifestolar,
- ABD askeri kamplarında yetiştirilmiş kadrolar,
- İran sınırından sızdırılmış mühimmatlar,

hep aynı amaca hizmet etti: Türkiye’yi içeriden çökertmek.

Ama millet bunu gördü. Tüm güç dengelerinin, Türkiye üzerine oynadığı siyasal oyunlar bozuldu. Artık bu milletin doğusu da batısı da tek bir hakikati söylüyor: “Bu vatan bölünmez.”

Şimdi Ne Olacak?

Türkiye, bu yeni denklemde üç temel adımı atmalıdır:

1. Toplumsal bütünleşme ruhu canlı tutulmalı; özellikle dağdan dönen gençler için rehabilitasyon ve eğitim programları oluşturulmalıdır.
2. Bölge illerine yatırım ve istihdam teşvikleri artırılmalı; kamu diplomasisi kurumlarıyla kültürel onarım başlamalıdır.
3. Uluslararası zeminde “Türkiye modeli terörle mücadele” anlatısı güçlendirilmelidir.

Bu, sadece bir iç güvenlik meselesi değil; 21. yüzyılda Türkiye’nin jeopolitik kaderini yeniden yazma fırsatıdır.

Sonuç: Güçlü Türkiye, Zeferin Teminatıdır

PKK’nın silah bırakması, bir devlet aklının, bir millet direncinin ve bir coğrafyanın uyanışının sonucudur.

Zaferler, masa başında değil; devletin askeri,siyasi, diplomatik aklıyla kazanılır.
Ve Türkiye, PKK’nın silah bırakmasıyla sadece bir zafer kazanmadı; geleceğini emin ellerle garanti altına aldı.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
15.05.2025
Tüm Yazıları

Varan 2: Yükleniyor…

Ziraat Türkiye Kupası’nın sahibi olan Galatasaray, Trabzonspor ile son 4 günde oynadığı 2 maçta da rakibine nefes aldırmadan kazanmayı bildi. Sarı-kırmızılıların ligdeki mücadelenin ilk yarı performansı her ne kadar tartışılsa da kupada her iki 45’te de kusursuz bir oyun ortaya koyarak kazanmayı bildi. Bir önceki karşılaşmada top kayıplarıyla ön plana çıkan Barış, perdeyi açan golü kaydetti. Gecenin sonunda maçın oyuncusu Osimhen seçildi. Bana göre maçın adamı; Yunus Akgün. 3 golünde pasını veren Yunus, finallerin oyuncusu gibi oynadı. Osimhen’in kaydettiği 2 gol de elbette çok değerliydi. Saha içerisinde bitmek bilmeyen enerjisi ve ön alan baskısıyla her zaman ki gibi kusursuz maç çıkardı. Tribünler ise Osimhen’e bizimle kal çağrısında bulundu. Okan Buruk, kupa mücadelelerinde eldivenleri verdiği Günay’ı finalde de değişmedi. Kritik kurtarışlarla ön plana çıkan Günay, oyun kurmakta da aktif rol oynadı.

Bir kupa daha…

Okan Buruk için dün gece çok anlamlıydı. Galatasaray’ın başında Teknik adamlık kariyerine kupayıda ekledi. Şimdiki hedef ise Pazar günü Kayseri’ye karşı galibiyet alarak ligde üst üste 3. Kez şampiyonluğunu ilan etmek. Varan 1 başarıyla tamamladı. Varan 2 ise yükleniyor…

Kırmızıyı çıkaramadı

Mücadelenin hakemi Cihan Aydın, Trabzonsporlu Savic’i oyundan atamayarak tepkileri üzerine çekti. Savic ile kafa kafaya gelen Aydın, oyuncuyu sadece sarı kartla cezalandırdı. Şimdi soruyorum… Savic’in oyundan atılması için daha ne yapması gerekiyordu? Cihan Aydın, finale çok zayıf kalsada Galatasaray, olağanüstü oyun ile rahat kazanmayı bildi…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.05.2025
Tüm Yazıları

Bugün tarihi bir gün.
Beklenen oldu.
Terör örgütü PKK silahları bıraktı.
12 Mayıs’ta PKK kendini feshetti.

Bu bir ateşkes değil.
Silahların gömülmesi de değil.
Bu bir Terörsüz Türkiye zaferidir.

Atılan adım önemli.
Bundan sonraki süreç de çok önemli.
Siyasete artık çok daha fazla iş düşüyor.

Diyarbakır annelerinin yıllardır sürdürdüğü mücadeleyi de unutmamak lazım.
Bu aynı zamanda Annelerin Terörsüz Türkiye zaferidir.

Bugün yapılan açıklamada satır araları çok önemli.
Terör örgütünün kendisini feshetmek zorunda kaldığı anlaşılıyor bu açıklamadan.
Terör örgütünün 12’inci kongresinden fotoğraflar da paylaşıldı.
Farklı yerlerde düzenlenen kongrelerden gelen görüntülerde çok mutsuz göründükleri de açıkça anlaşılıyor.

Açıklamada; ayrı bir ulus devlet isteklerinin olmadığını görüyoruz.
Yeni bir takım Kültürel taleplerininin olmadığını anlıyoruz.
Ayrı bir özerklik talebi, ayrı bir dil talebinde bulunmadıkları çok net.

Yeni dünya düzeninde kendilerine yeni destekçiler bulamayacaklarını görerek kendilerini feshettiklerini ifade ediyorlar.
Fesih ile birlikte silah bırakma konusu son derece önemli.

Ama bundan sonraki süreç daha yavaş ilerleyebilir.
Silahlar nereye ve nasıl bırakılacak, kimler teslim alacak?
Irak, Suriye gibi ülkeler mi alacak yoksa Türkiye’ye mi teslim edilecek?
Türkiye’ye teslim edilecekse envantere mi kaydedilecek yoksa imha mı edilecek?
Gömülmüş olan silahlar ne olacak?

Tüm bu soruların cevapları bundan sonraki süreçte belli olacak ama kamuoyu tüm detayları öğrenir mi?
İşte orası biraz şüpheli.
Oslo sürecinde olduğu gibi süreci baltalamak isteyen bir takım iç ve dış mihrakların eline koz vermeden itidalli bir şekilde sürecin kalan kısmı tamamlanacaktır.

Yine de iddialar da var tabii silahların bırakılmasıyla ilgili.
İddialardan biri silahların BM gözetiminde teslim edileceği.
Teslim işleminde uluslararası gözlemciler olacak.
Irak’ın kuzeyinde bazı noktalarda silahlar bırakılacak.

15 Ağustos 1984 Eruh Baskını tarihini baz alırsak 41 yıllık bir terör örgütü PKK.
Aynı bölgede bunca yıldır faaliyet gösteren bir örgütün tüm uzantılarını nasıl feshedeceği de Türkiye açısından büyük önem taşıyor.

Hangi ülkelerle, hangi istihbarat örgütleriyle şimdiye kadar hangi terör saldırılarında birlikte hareket ettikleri sorularının cevapları ortaya çıkacak mı mesela ilerleyen süreçte?
Fesih kararının Reuters üzerinden yapılması, 5-7 Mayıs tarihlerinde toplanan Kongre’nin yerinin, zamanının gizli tutulması İsrail ve İran gibi ülkelerin süreci balatalaması ihtimali üzerine alınmış önlemler mi?

Ülke içinde ve ülke dışındaki elemanlarının bundan sonraki durumlarının ne olacağ?
Suça karışmış olanlarla, karışmamış olanların nasıl yargılanacağı ya da serbest kalacağı konuları da bundan sonraki gündem başlıklarından biri olacaktır.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
13.05.2025
Tüm Yazıları

Oyuncular belli bir süre dizi ve filmlerde rol aldıktan sonra fenomen olarak sevenlerinin karşısına çıkıyor. Oyuncular ilk önce fenomen oldu daha sonra ise İstanbul’u da terk etmeye başladı. İlk olarak Fulya Zenginer oyunculuk yerini noktalayıp fenomen olmuş ve aldığı son kararı da takipçileriyle paylaşmıştı. İstanbul’dan taşınan Fulya Zenginer’i takip eden diğer bir isim de Nurgül Yeşilçay oldu. Sosyal medya hesabını aktif olarak kullanan Nurgül Yeşilçay da İstanbul’dan taşınma kararı aldı.

Fulya Zenginer, son olarak 2017 yılında Seni Kimler Aldı dizisinde rol aldıktan sonra sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımların ardından fenomen oldu. Bir oğlu olan Fulya Zenginer, bir daha oyunculuk yapmayı düşünmediğini ve hayatına böyle devam edeceğini belirtti. Fulya Zenginer gibi Nurgül Yeşilçay da oyunculuk kariyerine ara vererek fenomen olarak hayatına devam ediyor.
Ortaköy'de görüntülenen Yeşilçay "Biz hafif hafif taşınabiliriz. İstanbul ile çok güzel bir evliliğimiz oldu. Çok iyi baktık birbirimize ama her ilişki bitiyor. Biraz ara verelim, özleyelim birbirimizi. Evi yaptırıyoruz. Şehir dışı olacak, her yere yakın bir yer" demişti.

Ünlü isimler bir bir İstanbul’u neden terk ediyor? Şehirde yaşamak, bazen sadece hayatta kalmak anlamına gelir. Birçok insan, İş olanaklarının İstanbul’da olmasıyla yaşamak için İstanbul’u tercih ediyor. Sosyal medyaya yönelen ünlü isimler ise hem istedikleri şehre taşınıyor hem de işlerini yapabiliyor. Şehir hayatının dinamizmi, başlangıçta cazip gelir. Gece gündüz çalışmak, eğlenmek, üretmek, sosyalleşmek… Her şey bir arada. Fakat bu hızın içinde kaybolmak, neredeyse kaçınılmaz.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
13.05.2025
Tüm Yazıları

Anadolu’nun ortasında, rüzgârla şekillenmiş taşların ve yer altına gizlenmiş hayatların diyarı olan Kapadokya’yı gezdim hafta sonu. Her adımı başka bir masala açılan bu coğrafya, sadece güzelliğiyle değil, taşıdığı binlerce yıllık geçmişle de insanı büyülüyor.

Gün doğarken gökyüzüne salınan onlarca rengârenk balon, vadilere usulca düşen ışıkla birlikte adeta bir tabloya dönüşüyor.

Göreme’nin taş evleri,

Uçhisar Kalesi’nin sessiz bekleyişi,

Yer altı şehirlerinin gizemli koridorları…

Hepsi, geçmişle bugünü bir araya getiren birer zaman tüneli gibi.

KAPADOKYA’DA ZAMAN FARKLI AKAR

Kapadokya’da bir fincan çayın dumanı, Avanos’un çömlek atölyelerinde şekillenen toprak kadar kıymetlidir. Kayalara oyulmuş eski kiliseler, fresklerde donmuş duaları fısıldar kulağınıza. Sadece görmekle kalmaz, hissedersiniz. Sizi alır o anlara götürür. Binlerce yıl öncesinde hissedersiniz kendinizi…

ÇÖMLEK YAPMASINI BİLMEYEN ERKEĞE KIZ VERİLMEZ BU DİYARDA

Kapadokya gözle değil, kalple gezilir. Taşlara sinmiş duaları, rüzgârla savrulan zamanın izlerini hissederek dolaşmalısınız sokaklarında. Bir kaya oyma kilisenin nemli duvarında bin yıl öncesinden kalan bir dokunuşu, bir çömlek ustasının ellerindeki geleneği, bir çobanın gözlerindeki huzuru fark etmek için sadece bakmak yetmez; hissetmek gerekir.

Avanos’un kırmızı toprağından doğan çömlekler bu toprakların ruhunu taşır. Çömlekçilik burada yalnızca bir zanaat değil, bir hayat biçimidir. Bir çömlek atölyesini ziyaret ettiğim sırada ustasından öğrendim; Bundan yıllar önce bu bölgede yaşayan erkeklere, çömlek yapmasını bilmiyorsa kız verilmezmiş. Evlilik çağına gelmiş kızlar da halı dokuma imtihanından geçermiş önce. Toprakla kurulan bu bağ, nesilden nesile aktarılan bir kültürün, emeğin ve sabrın simgesidir.

İşte Kapadokya, sadece bir coğrafya değil, yaşayan bir geçmişin ta kendisidir. Burada adımlarınız tarihle buluşur, kalbiniz toprakla konuşur. Her kaya, her iz, her gölge bir hikâyedir aslında ve bu hikâyeler ancak içten gelen bir sessizlikle dinlenebilir.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.05.2025
Tüm Yazıları

Sinema, hepimiz için bir tutku. Işıklar kararır, perde açılır ve bir öykü usulca gözlerimizden, aklımıza ve oradan da kalbimize süzülür. Dijital çağda bu büyü, yalnızca sinema salonlarının dev ekranlarında değil, avucumuzdaki minik ekranlarda da hayat buluyor.

Netflix’in gece yarısı dizilerinden Max’in içimize işleyen yerel hikâyelerine, yapay zekânın setlerdeki yükselişinden deepfake’in gölgesine kadar, sinema yepyeni bir rotada evriliyor. Türkiye’deki dijital medya girişimleri, sosyal medyada dikey içerik trendiyle bu yolculuğa taze bir soluk katarken, sinema hem ilham verici hem de düşündürücü bir serüvene dönüşüyor.

Gelin, sinemanın dijital perdesinde neler olup bittiğine hep birlikte bir göz atalım…

Dijital platformlarda öyküler cebimizde!

Eskiden sinema, koltuklara gömülüp patlamış mısır kokusu eşliğinde dev bir perdenin karşısında yaşanırdı. Şimdiyse çok şey değişti. Netflix ve Amazon Prime gibi küresel devler sinemayı evlere taşırken, Max ve GAIN gibi yerel platformlar Türkiye’nin hikâyelerini dünyaya duyuruyor. Netflix, algoritmalarıyla zevklerimize özel hikâyeler öneriyor; Max, mahallemizin sıcak öykülerini ekranlarımıza taşıyor; GAIN ise kısa, çarpıcı içeriklerle dikkat çekiyor. Bu platformlar, yaşanmış hikâyeleri ya da hayal dünyamızın ürünlerini herkesin erişebilmesini sağlıyor.. İster otobüste, ister kahve molasında, bir film ya da diziyle anı yakalayabiliyoruz. 2023’te Netflix kullanıcılarının %80’i, bu akıllı öneriler sayesinde yepyeni öyküler keşfetti. Ama bu özgürlük, bir soruyu da aklımıza düşürdü. Algoritmalar, bizi benzer içeriklere yönelterek farklı kültürlerden hikâyelerle buluşma şansımızı azaltıyor mu? Sürekli kendi zevklerimizin yansımasını izlediğimizde, kültürel çeşitliliğin zenginliğinden uzaklaşıp bir “içerik balonunda” kaybolabilir miyiz?

Sinemanın yeni ressamı yapay zekâdır

Yapay zekâ, sinema setlerinde adeta bir sihirbaz gibi dolaşıyor. Senaryoları tartıyor, sahnelerin duygusal nabzını ölçüyor, eski görüntüleri canlandırıyor. Maliyetleri düşürüp hayalleri büyüten bu teknoloji, sinemayı yeniden şekillendiriyor. GAIN’in hızlı tempolu, kısa formatlı içeriklerinde yapay zekâ, kurguyu hızlandırıp görsel efektleri zenginleştirerek hikâyeleri daha da etkileyici olmasını sağlıyor. Ancak her güzel şey gibi, bu da bir ikilemi beraberinde getiriyor. Deepfake, nostaljiyi geri getirse de gerçeği bulandırıyor.

Örneğin, Ziraat Bankası’nın Kemal Sunal’lı reklamı hepimizi gülümsetti, ama izleyici gerçekle yalanı ayırt edemezse ne olacak? Açıklık ve dürüstlük ilkeleriyle kullanıldığında sinemaya değer katan bu teknoloji, kötüye kullanıldığında güven krizine yol açabilir.

Sinemanın maskeli şövalyesi Deepfake’dir

Deepfake, yapay zekânın en tartışmalı yüzlerinden biri. Sinemada geçmişin yıldızlarını ekrana döndürebiliyor, hatta hiç var olmayan karakterler üretebiliyor. 2022’de, “Star Wars” serisinde Luke Skywalker’ın gençlik hali deepfake ile kusursuzca yeniden canlandırıldı ve izleyicileri hayran bıraktı. Ancak bu teknolojinin karanlık bir tarafı da var. Aynı yıl, deepfake’lerin %40’ından fazlası etik sorunlara yol açtı; çoğu aldatmaca, yanlış bilgi yayma veya mahremiyet ihlali amacıyla kullanıldı. Örneğin, bir ünlünün izinsiz olarak bir filmde deepfake ile kullanılması, telif ve mahremiyet tartışmalarını alevlendirdi. Sinema dışında, bu teknoloji yanlış bilgi kampanyalarında toplumsal güveni sarsabiliyor. Deepfake, sinemada hayalleri gerçeğe dönüştürse de, izleyicinin içeriğin nasıl üretildiğini bilmesi, gerçekliğin manipüle edilmemesi ve teknolojinin insanlığa hizmet etmesi şart. Bu etik ilkeler, deepfake’in sinemadaki rolünü şekillendiriyor.

Dijital medya girişimleri ve sosyal medya trendleri

Türkiye’deki dijital medya girişimleri, sinema ve medya dünyasında sosyal medyanın gücünü yeniden tanımlıyor. Özellikle dikey formatlı içerikler, Instagram ve TikTok gibi platformlarda hızla yükseliyor. 2024’te Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının %70’i dikey videoları tercih etti; bu, markalar ve içerik üreticileri için muazzam bir fırsat. GAIN gibi platformlar, bu trendi yakalayarak kısa, etkileyici hikâyelerle izleyiciyi büyülüyor. Dijital medya girişimleri, bu alanda yenilikçi çalışmalarla sinemayı sosyal medyaya taşıyabilir; örneğin, kullanıcı odaklı mini diziler ya da interaktif hikâyeler geliştirebilir. Bu, sinemanın sadece büyük perdelerde değil, küçük ekranlarda da bir vicdan çağrısı olabileceğini kanıtlıyor. Sosyal medya, sinemayı daha geniş kitlelere ulaştırırken, hikâyelerin ruhunu da yeniden canlandırıyor.

Vicdanlarımızın aynası sinemadır

Sinemanın, dijital çağda yeniden doğduğunu biliyoruz. Bildiğiniz gibi, Netflix, Amazon Prime, Max ve GAIN insana ait yaşanmış tüm öyküleri cebimizde taşımamızı sağlarken, yapay zekâ da hayallerin gerçeğe dönüşmesini hızlandırıyor. Öte taraftan Deepfake, sinemanın sınırlarını zorlarken, sosyal medyanın dikey trendli hikâyelerine herkesin erişebilmesini sağlıyor. Ama her yenilik, sorumlulukları da beraberinde getiriyor olmalı. Deepfake gibi teknolojiler hayal gücünün sınırlarını zorlasa da etiğin sınırlarını zorlamamalıdır! Çünkü sinema sadece bir perde değil, insanlığın vicdanına dokunan bir ayna olarak görüyorum. Teknoloji, etik ilkelerle buluştuğunda bu ayna herkesi olduğu gibi gösterir; öykülerimiz ise hepimizin ortak noktası olacaktır.

Bu sebeple Dijital Varlıklar’daki tüm markalarımızın sinemayı bir ayna gibi kullanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü biz sinemanın sadece eğlence değil, bir vicdan çağrısı olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Hususiyle sosyal medyada teknolojik dokunuşlarımızla, teknolojinin o soğuk yüzünü değil, insanlığa hizmet eden sıcak tarafını öne çıkaracak nice güzel öykülerin güzelleşmesine katkı sunduğumuzdan emin olabilirsiniz…
Hoşça kalın…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.05.2025
Tüm Yazıları

Bazen hayata kendi doğrularımızla tutunuruz. Evde, iş yerinde bazen sokakta...
Ne yaşarsak yaşayalım, neyle karşılaşırsak karşılaşalım, içimizde bir yerlerde “ben buyum” diyen bir ses hep vardır. İşte o ses, kimliğimizin ta kendisidir, fıtratımız ya da ruhumuzun sesi. Ve biz çoğu zaman bu sese kulak vererek, sorgulamadan yaşarız.

Zannedilir ki kendimiz olmak, bu hayattaki en doğru duruş biçimi. Çoğu zaman öyle de… Ama insan, kendi hakikatini yaşarken, başkalarının hakikatiyle de çarpışmaya başladığında işin rengi değişebiliyor. Çünkü kim olduğumuzu keşfetmeye çalışırken, kimlerle yaşadığımızı unutabiliyoruz. Çoğu zaman da sınanıyoruz...

İnsanlarla iletişim kurmak oldukça verimli bir tercih... Sevgiyle yaklaşmak, sahiplenmek, korumak...

Merak ederiz bazen her şeyi, anlamak, katkıda bulunmak isteriz. Belki de o yüzden her şeyde bir parça olmak isteriz. Fakat öğreniriz zamanla; her sahipleniş, sevgi ile okunmaz!

Ve işte tam burada başlar dönüşümün kıyısında durmak... Dönüşmek, değişmek değil aslında. Anlamaya çalışmak…

Kendimizi, insanları, ilişki denen o narin dokuyu… Belki de yapmamız gereken ilk şey, bu farkındalığı bir yargıya dönüştürmeden kucaklamak.

Sadece kim olduğumuzu değil de kimlerle birlikte olduğumuzu inkâr etmemek... Fıtratımıza ihanet etmeden, etkileşimde olduğumuz dünyayı da yok saymadan bir denge kurmak mümkün mü?

Evet, mümkün. Çünkü insan gelişir. Öğrenir, dener, bazen hatta çoğu zaman yanılır. Ama yeniden dener. Ve her farkındalık, içinde küçük bir ışık taşır. Kendimizi sorguladığımız her yerde, her alanda ve her anda aslında büyürüz, olgunlaşırız ve derinleşiriz.

Fark etmek, bazen can acıtabilir. Ama o acının içinden geçtikten sonra, daha yumuşak, daha anlayışlı, daha esnek bir yanımızla tanışırız. Belki de en çok o zaman, gerçek benliğimize yaklaşırız.

Hayat, bizim için çoğu zaman bir ütopyadır. Bu sarmal, fark ettikçe genişler. Ve bu genişlik biziözgürleştirir...

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş