SON YAZILAR
14.07.2025
Tüm Yazıları

Uzun yıllardır sorguladığım, yargıladığım ve kabul edemediğim bir sosyal ilişki sorunsalı var:

İyi bir insan olmaya çalışmak neden zayıflık olarak görülüyor?

Hepimiz elbette ki doğruları yapmak için çaba sarf ederiz. Şartlar bazen bizi zorlasa da, insani kimliğimiz ya da inançlarımız doğrultusunda bir şekilde iyi olmaya çalışırız. Ancak bazen anaç tavırlar, toplumsal normlarda saygı görmez.

Naif olmak, empati kurmak, yardım, destek... gibi sözcüklerin fiili halinin tamamen ortadan kalktığı bir rutinde, kişi ya kalabalığa ayak uydurarak yok'laşmak ya da bildiği doğruların arkasında durarak yok sayılmayı tercih eder.

Peki...

Zaman, hayat ve çeşitli karakterlerle mücadele etmeye özen gösterirkennasıl'İYİ'oluruz?

Belki de önce şu soruyla yüzleşmeliyiz:

İyi olmak mı zordur, yoksa iyi kalmak mı?

Çünkü zaman, nezaketin borsa değerini düşürdü.

Artık bir tebessüm güvenilmez bulunuyor, bir yardım eli karşılık bekliyor sanılıyor. “Bir derdi vardır kesin” cümlesi, içtenliğin altına sinsice yerleşiyor. Halbuki içtenlik bir strateji değil, bir duruş biçimidir.

İyiliğin küçümsendiği, iyi niyetin istismar edildiği bir dünyada yaşarken; nezaket, çoğu zaman sahte gülüşlerin ardına saklanıyor. Zira hoyratlığın sesi yüksek, kibarlığınki ise alçak perdeden geliyor.

Ve bu çağda yüksek ses, haklılıkla karıştırılıyor.

Ama biz yine de…

Merhaba demeyi sürdürenlerden olabiliriz. Teşekkür eden, özür dileyen, yeri geldiğinde susan, gerektiğinde sarılan insanlardan.

İyi kalmaya çalışmak, zayıflık değil, hâlâ güzelleştirebileceklere olan inancın en güçlü kanıtıdır.

Ve naif olabilmek koca gürültünün içinde bir fısıltıysa da, duymasını bilen için en derinmelodidir.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.07.2025
Tüm Yazıları

Anadolu mutfağında coğrafyanın izi

Türk mutfağında bazı yemeklere ve yapılışına sıradan bir tarifin sonucu olarak bakamayız. Nedeni ise onun içinde bu coğrafyanın dili, iklimin bir sonucu, bir annenin duası ve bir dağın sessizliği saklı…

Aslında Anadolu mutfağı, karın doyurmakla kalmaz tarih anlatır, coğrafya okutur, hafıza tazeler. Her lokma, tarlaya giden taşra yollarında çekilen meşakkatin bir sonucu, her yudum, yüksek yaylalarda sert esen sabah rüzgârı serinliğinin bir eseri sayılır.

Zira Anadolu’da yemek, yaşanır, hissedilir ve nesilden nesile aktarılır.

Anadolu toprağı ürün değil, bir hikaye üretir. Misal, Malatya’nın kayısısı lezzetli bir meyve olmasının yansıra kuraklığın sabrı ve güneşin ateşiyle yoğrulmuş adeta bir coğrafya masalı…

Van otlu peyniri, görünürde koyun sütü ve dağlardan toplanan sirmo veya sirike otlarının karışımı olabilir. Ama aslında bahar aylarında çiçek açan dağların şifası, yüzyıllardır aynı yöntemle mayalanan geleneğin ta kendisidir.

Her yörenin lezzeti, onun toprağında gizli. Güneydoğu’da yemekler acıya bulanmış, damaklar da bununla harmanlanmışsa bu coğrafyada çokça yetişen biberin etkisi bulunur. Urfa’nın isotunda bir nevi güneşin kavurucu hüznünün saklı olması gibi.

Karadeniz’de hamsi neden bu kadar sevilir bilir misiniz? Çünkü o küçük balık, fırtınalı denizlerin bir tesellisi, geçimini denizden sağlayanların bir duası kabul edilir.

Dağların yamacında yetişen kekik, ovanın ortasında filizlenen buğday, ekmek veya yemekle buluşunca lezzet ortaya çıkar değil mi? Ama işte o lezzette rüzgârın estiği yön, güneşin vurduğu açı, yağmurun düşme biçimi bile etkilidir. Aslında mutfak dediğimiz şey de coğrafyanın dile gelmiş bir hâli değil mi?

Tandır, Anadolu’nun yerle bağını anlatır; ateşle pişirmek değil, toprakla bir olmaktır esas olan. Tandırın içinden çıkan ekmek, bir nevi toprakla bağımızı ortaya koyar.

Zeytinyağlılar çoğunlukla neden Ege’ye aittir? Çünkü zeytin ağacı bölgenin kadim bilgesi, kökü derin, gövdesi vakur, yağı ise asırlık bir sükunettir.

İklim de şekillendirir sofraları. Toroslar’ın serin yaylalarında beslenen hayvanların eti çok farklıdır. Çünkü o serinlik, ete sinmiş bir doğallık bırakır.

Doğu Anadolu’da bu kadar çok kurutma yapılmasının sebebi ise kışın beyaz örtüsünün, yiyecekleri bir gardırop gibi korumasıdır. Kurutulmuş patlıcanlar, biberler, domatesler; yazdan kışa yaz taşıyan zaman tüneli gibi…

Anadolu’da her evin mutfağı, o evin mensup olduğu yörenin küçük bir temsilcisi gibidir

Yerelin lezzeti, küresel mutfaklara göre çok daha anlamlıdır bence. Çünkü bir Fransız bageti, her yerde bile aynı tadı verirken; bir Ege tarhanası, yalnızca o evdeki ocakta, o kadının eliyle, o mahalledeki suyla yapıldığında gerçek tadına ulaşır. Bu yüzden, “her köyün yoğurt mayası başkadır” der atalarımız.

Bugün gastronomiden söz açıldığında, çoğu zaman sadece tabak süslemeleriyle ilgilenen bir zihniyetle karşılaşırız. Halbuki esas mesele, o tabaktaki lezzet ve hangi topraklardan beslendiği olsa gerek. Onun için “topraktan tabağa” denir. Yani yemek değil, hikâye pişirilmeli. Çünkü bir yemeğin ruhu varsa, onu coğrafya yazar.

Bu toprakların en büyük hazinesi buğdaydan yemek ya da undan ekmek yapan bir kadının bilgeliği olsa gerek. Bana göre En kıymetli miras dededen toruna aktarılan işte bu lezzet.

Anadolu’da yemek ihtiyaçtan çok daha fazlası belki de bir ibadet. Bir niyet, bir bereket veya bir dua...

İşte tam da bu yüzden, coğrafya yemeği şekillendirir, yemek de kültürü. Anadolu mutfağı, tariften çok öte; toprağın hikâyesini, rüzgârın şiirini, dağın sabrını anlatır.

Her lokma, ait olduğu bu coğrafyaya seslenir: “Ben buradayım, bu toprakların çocuğuyum.”

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.07.2025
Tüm Yazıları

Bu topraklarda ilk kez bir sessizlik yankılanıyor: Bomba sesi değil, silah çatlaması değil, ağıt değil bu... Bir umut sesi, bir barış nefesi. Terör örgütü PKK, kırk yıla yaklaşan kanlı serüvenini nihayet sona erdirdiğini silahları yakarak ilan etti. Bu, sadece bir örgütün silah bırakması değil; Türkiye’nin kader defterinde yeni bir sayfa açılması lazım bence. Bu ülke; Diyarbakır annelerinin gözyaşlarıyla yoğrulmuş büyük mücadeleler verdi. Sadece güvenlik güçleri değil, yoksul köylüler, şehit anaları, göç yollarında büyüyen çocuklar da bu mücadelede yer aldı. Şimdi soruyoruz kendimize: Terörün olmadığı bir Türkiye mümkün müydü? Evet, mümkündü. Ama büyük bedeller ödeyerek geldik buraya. Ve şimdi asıl soruyu sormalıyız: Barışı sadece “sessizlik” sananlar için değil, “adalet” talep edenler için de tesis edebilecek miyiz?Bu zor bir soru ama sorulması gereken bir soru.

Silahların gölgesi sadece can almadı; tarımı kuruttu, yatırımı kaçırttı, eğitimi yarım bıraktırdı. Şırnak’ta bir kız çocuğunun doktorluk hayalini, Tunceli’de bir gencin mühendislik hevesini elinden aldı. Ama şimdi silahların sustuğu bir coğrafyada, sadece barış değil, gelecek yeniden kurulabilir.Bugün Diyarbakır’dan Hakkâri’ye, Mardin’den Bingöl’e kadar uzanan her karış toprak, üretimin, kalkınmanın, özgürlüğün ve onurun mekânı olmaya aday. Terörün gölgesinde yalnızlaştırılan doğu ve güneydoğu illeri artık Türkiye’nin ekonomik şahlanışının itici gücü olabilir. Zira huzur, sadece insanı değil, sermayeyi, bilgiyi ve umudu da cezbeder.

Silahların susması bir başarıysa, bu başarının sahibi devletin kararlılığı kadar, toplumun vicdanıdır da. Bu yüzden şimdi bize düşen görev; rövanş değil, rehabilitasyondur. Örgüte katılan her genç, potansiyel bir terörist değil, sistemin dışına itilmiş bir çocuktur. Bu çocukların neden dağa çıktığını değil, neden toprakta kaldığını sorgulamalıyız.Devlet aklıyla merhamet, hukukla toplumsal hafıza bu topraklarda yeniden barışmalıdır. Yoksa susan silahlar, yerini başka bir şiddete bırakabilir. Unutmayalım ki kalıcı barış, sadece cephaneliklerin boşaltılması değil, kalplerin de onarılmasıyla mümkündür.Artık enerji kaynağımız öfke değil, üretim olmalı. Gençlerimiz kamp yerine laboratuvarda, siper yerine sınıfta, dağ yerine kampüste olmalı. Türkiye’nin doğusu ile batısı aynı fabrikada, aynı pazarda, aynı senfoni orkestrasında buluşmalı. Terörsüz Türkiye, sadece huzurlu değil; zengin, yaratıcı ve özgür bir Türkiye’dir.

Ve bu yeni dönemde, ne Kürt’ün kimliği tehdit olarak görülmeli ne de Türk’ün hassasiyetleri göz ardı edilmelidir. Farklılıklarımız zenginliktir, ama bu zenginliği ortaya çıkarmanın tek yolu; korkularla değil, adaletle yönetilen bir demokrasi inşa etmektir. Bu barış masa başında değil, toplumun vicdanında kuruldu. Şehit analarının sessiz direnişiyle, bölge halkının cesaretiyle, askerimizin disipliniyle ve milletimizin sağduyusuyla. Şimdi görevimiz, bu barışı sadece korumak değil, büyütmektir.Eğer bu defa başarabilirsek, sadece terörü değil, korkuyu da yeneriz. Sadece dağları değil, yüreklerdeki ayrılığı da indiririz. Ve belki de ilk kez, gerçekten bir millet oluruz.Çünkü terör bittiğinde, Türkiye’nin hikayesi başlar.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
13.07.2025
Tüm Yazıları

Galatasaray’ın kiralıktan dönen, altyapıdan yetişen ve başka takımlardan transfer olan genç oyuncular için hazırlık maçları tam anlamıyla biçilmiş kaftan. Sezonun ilk hazırlık maçında Ümraniyespor’u 5-2’lik skorla mağlup eden Galatasaray’da genç oyuncular adeta makine gibiydi. Özellikle 16 yaşındaki Ada Yüzgeç’ten beklentiler çok yüksek. A Takım formasıyla ilk maçına çıkan Ada golle buluştu. Ada’nın yaşına göre oyun zekasının da yüksek olduğunu belirtmek gerek.

Beklentinin yüksek olduğu bir diğer isim ise Çağrı Balta. Fiziki açıdan muazzam bir futbolcu. Güçlü, ikili mücadelede ayakta kalmayı başaran bir isim. Forma şansı buldukça, gelişiminin daha hızlı olacağını düşünüyorum. Geçen sezon Ankaragücü’nden transfer edilen ve sakatlığı yüzünden forma şansı bulamayan Arda Ünyay ise stoperde ağabeyi Abdülkerim’den daha iyi bir performans sergiledi. Savunmadaki kesici rolü dikkatleri çekti.

Berat Luş’a da değinecek olursak, şu ana kadar süre aldığı bütün maçları çok iyi değerlendirdi. Her maç akıllarda kalıcı bir iz bıraktı. Bu sezon yedek kulübesinde mutlaka olması gereken genç oyuncu Berat. Fakat teknik ekibin düşüncesi gelişimi için genç oyuncunun kiralanması.

Kiralıktan dönen Zaniolo ise taraftarın sevgisini geri kazanmak için elinden geleni yapmaya başladı. Dün mücadele öncesi heyecanı, tribünlere yaptığı gol sevinci bunların en basit örneği. Takım içerisinde arkadaşlarıyla uyumlu halleri de dikkat çekiciydi.

Son olarak, Berkan’ın kaptan olarak çıktığı mücadelede öz güveninin daha yüksek olduğunu ve neredeyse hatasız oynadığını görmüş olduk.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.07.2025
Tüm Yazıları

Türkiye, yarım asra yaklaşan kanlı bir defteri kapatmaya hazırlanıyor. PKK’nın resmen silah bırakması, yalnızca bir örgütün silahlı varlığına son vermesi değil, bölgenin istikrarsız tarihine vurulan en anlamlı mühürlerden biri. Dünya basını da bunu fark etti. Sadece Reuters’ın, BBC’nin, The New York Times’ın satır aralarına bakmak yeter: Bu, artık terörle anılmak istemeyen bir coğrafyanın yeni hikâyesi.
Uluslararası ajanslar, törenin sembolik niteliğinin altını çizdi ama şunu da teslim ettiler: Semboller, siyasetin nabzını değiştirir. Fransa’dan Le Monde’un dediği gibi, Türkiye, Irak ve DEM Parti temsilcilerinin yan yana oturduğu bir tören, düne kadar tahayyül bile edilemezdi. Bu fotoğrafın arka planında, yüz milyarlarca doların heba olduğu, on binlerce insanın toprağa düştüğü, milyonların kalbinde kapanmaz yaralar açan bir trajedi var.
Dikkat edin, Batı medyasında bile bu sürecin Erdoğan için “büyük bir politik zafer” olduğuna dair net bir kabul var. The New York Times, bunun yeni bir anayasal inşa dönemi başlatabileceğini yazıyor. Bu ifade, sadece bir yorum değil, uluslararası algının değişmekte olduğunun işareti. Türkiye, 1980’lerden bu yana PKK’nın terörü üzerinden yıpratılmaya çalışıldı. Her çatışma, Ankara’nın enerjisini tüketti; hem kalkınmanın hem siyasetin rotasını belirledi. Şimdi tablo tersine dönüyor. Artık silah değil, siyaset konuşacak.
Elbette herkes biliyor ki bu süreç kırılgandır. Al Arabiya’nın vurguladığı gibi, provokasyon ihtimali hep masada duracak. Ne var ki Türkiye bu defa çok daha hazırlıklı. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın diplomatik kapasitesi, güvenlik birimlerinin saha hakimiyeti ve toplumun değişen beklentileri, provokasyon zemininin eskiye göre daha dar olmasını sağlayacak.
Dünya basını, PKK’nın silahsızlanmasının bölge jeopolitiğinde de kartları yeniden dağıtacağını yazıyor. Suriye ve Irak’ta dengeler değişecek. Türkiye’nin bölgesel diplomasi inisiyatifi güçlenecek. Şimdiye dek her defasında “terörle meşgul bir Ankara” görüntüsü yaratmak isteyen lobiler, bu sürecin istikrarla sonuçlanmasından en çok korkan kesim. Çünkü terör sona erdiğinde Türkiye yalnızca iç barışını pekiştirmeyecek, aynı zamanda dış politikada daha iddialı hamleler için kaynak ve zaman kazanacak.
Bir detay daha var: Associated Press, törende 15 kadın PKK mensubunun bulunmasını özellikle not düştü. Bu, örgütün kadınları propaganda aracına dönüştürme stratejisinin son halkasıydı belki de. Ama Türkiye bu sefer sahici bir barış iklimi üretmekte kararlı. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında kimse silaha methiye düzemeyecek.
Sonuç olarak dünya basını haklı: Bu adım tarihi, sembolik ve umut verici. Ama unutmayalım: Semboller, güçlü bir irade ile desteklenirse kalıcı olur. Türkiye’nin yeni bir anayasal ve toplumsal mutabakat için fırsat penceresi aralandı. Bu fırsat, terörden kurtulmuş bir ülkenin, enerjisini gerçek refaha, eşit yurttaşlığa ve büyük kalkınma hedeflerine yöneltmesinin imkânını sunuyor.
40 yıllık kanlı bir defter kapandı. Şimdi söz sırası milletin iradesinde, siyasetin vizyonunda ve toplumsal sağduyuda. Ve dünya, bu sayfanın nasıl yazılacağını dikkatle izliyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
11.07.2025
Tüm Yazıları

Bir zamanlar kendi kendimize düşünürdük. Şimdi “Bunu daha önce sen de sevdin” diyen bir sistem, düşüncelerimize bizden önce dokunuyor...
Sahi, ne zaman bırakmıştık ki kendimizi? Ne zaman başkalarının hazırladığı dünyalarda, kendi seçimlerimizi yaşadığımızı sanmaya başladık dersiniz?

Dijital çağın asıl devrimi, ekranlardan değil, içeriden geldi bence. Cep telefonları elimizden önce zihinlerimizi sarhoş etti desem realist bir tespitte bulunmuş olurum herhalde. Biz "Akıllı cihazlara" sahip olduğumuzu zannederken, onlar bizde karar yetisini ellerinden almaya başladı! Bugün bir haber bülteni izlediğimizde, neyin önemli olup olmadığına bile biz karar veremiyoruz. Ya da ne bileyim, bir e-ticaret sitesinde neye ihtiyacımız olduğuna biz inanmıyoruz. Sosyal medyada bizi neyin sinirlendirmesi gerektiğine biz hükmetmiyoruz. Algoritmalar sadece ne izlediğimizi bilmiyor; neye nasıl tepki vereceğimizi de biliyor. Çünkü her tık bir iz, her bekleyiş bir şifre, her tereddüt bir veri...

İnsanoğlunun tarihte ilk defa bu kadar çok bilgiye bu kadar kolay ulaştığına hep birlikte şahitlik ediyoruz, bir o kadar da az düşündüğüne… Çünkü bilgiyle dolu olmak, düşünmek demek değildir. Zihni yönetilen kalabalıklar, özgür insanlar gibi görünüyorlar. Evet, sadece görünüyorlar işte ötesi yok! Eskiden kitaplar vardı ki o kitabın kapağını açmadan içeriğini bilmek mümkün değildi. Şimdi herhangi bir başlık bile her şeyi söylüyor ve saniyeler içinde özetini aşağıya hazır hale getirebiliyor. Bu ne demek? Yani sen daha fikrini oluşturmadan önce başka bir fikrin etkisinde kalıyorsun demek… Zihinlerimiz, reklamlardan daha tehlikeli kodlarla şekilleniyor artık. Sadece ne düşündüğümüzü değil, nasıl düşündüğümüzü de biçimlendiren bir çağı yaşıyoruz. En azından ben kendi adıma öyle düşünüyorum. Zira, bir tercihi yapmadan önce onun “bizim için uygun olup olmadığını” kontrol eden sistemler bile özgür gibi görünen yönlendirmelerden ibaret, Şaka değil, bunlar gerçek.

Bir süredir fark ediyorum ki çevremdeki arkadaşlarım, dostlarım, meslektaşlarım hatta eşim bile yapay zekâ üzerine konuşup, yazmak istiyor. Kimi “yapay zekâ bizi yok edecek” diyor, kimi "işimizi elimizden alacak" diye kaygılarını dile getiriyor. Bazılarıysa, "insanlığın çöküşünü" manşetlerde kalın puntolarla satırlarına taşıyor.
Geçenlerde şirkette öğle yemeğinde bir arkadaşım, “Neden daha çok yapay zekâ yazısı yazmıyorsun?” diye sordu. “Konumun, erişimin, bakış açın var; insanlar seni duyar” dedi. Sustum. Çünkü yazıyorum ama o daha fazlasını istiyordu.

Sonra dedim ki: “Belki de siz hâlâ bu konuyu sadece teknoloji sanıyorsunuz.” Yapay zekâyı kodlardan, çiplerden ibaret görmüyorum. Bu, insan zihninin özgürlüğüyle ilgili. Asıl konuşmamız gereken, insan zekâsı.

Yazdığım bu satırlar belki şimdi değil, yıllar sonra anlaşılacak. Bu yazı bir uyarı değil, bir davet: Düşünmeye, fark etmeye, yavaşlamaya, hatırlamaya çağrı. Gürültüden sıyrılıp kendi sesini duymak isteyen herkese açık bir davet.

Tekrar soruyorum: Gerçekten zihnimizi kimler kodluyor? Ve biz onu yeniden yazabilir miyiz?

Cevap gelecekte değil, tam da şimdi, ekrana bakışımızda gizli.

Haftaya görüşmek üzere. Muhayyilenizin size ait kaldığı günler dilerim.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
11.07.2025
Tüm Yazıları

Tarihin en uzun geceleriydi…Umutların da sustuğu, nice evladımızı şehit verdiğimiz o karanlık dönem… O dönem ki 1984’ten beri Anadolu topraklarını kana bulayan bir fitne hareketi… Bugün o defterin kapanma ihtimalini konuşuyoruz.

11 Temmuz 2025 sabahı, Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye yakınlarında bir mağarada yapılan sembolik törende, yaklaşık 30 terörist ellerindeki silahları bırakıp örgüt armasını teslim etti. Fotoğraflar dünyaya servis edilirken gözlerden kaçmayan detay, Abdullah Öcalan’ın imzasını taşıyan bir bildirinin okunmasıydı.

Bu yalnızca bir silah bırakma gösterisi değildir. Bu, yarım asırlık bir terörün ideolojik ve lojistik tasfiyesi anlamına gelir. Siyasi literatürde buna “post-terör dönemi” denir. Türkiye, bu tarihi eşiği zorlayan devlet aklı sayesinde bir kez daha bölgesel denklemde oyun kurucu vasfını göstermiştir.

Silahların Susması, Akılların Uyanmasıdır

Sürecin iki boyutu var. İlki, devletin kararlı duruşu. Özellikle 2015 sonrası başlatılan hendek operasyonları, terörün kırsal ve kentsel damarlarını birlikte kuruttu. Kandil’in lojistik kapasitesi çökertildi. Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Bağdat hükümetiyle koordineli baskı kurarak Terör örgütünü fiziki alan daralmasına itti.

İkincisi ise siyasetin inisiyatifi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “silahı bırakın, demokratik siyasetin önünü açalım” çağrısı; uluslararası diplomaside de karşılık buldu. Şimdi Kürt meselesi, terör ekseninden çıkarılıp kalkınma, temsil ve kültürel haklar zeminine taşınıyor. Bu, hem iç barış için hem de bölgesel güç dengesi bakımından bir milat teşkil edecek.

Örgüt İçinde Ayrışma ve Öcalan Etkisi

Öcalan’ın son aylarda yayınladığı mesajlar, örgüt hiyerarşisinde çatlağı su yüzüne çıkardı. Kandil’deki bazı sert kanatlar “silah bırakmanın ihanete eşdeğer olduğunu” savunurken, İmralı çizgisine yakın unsurlar “siyasi mücadeleye geçişi” destekledi. Bugünkü sembolik tören, Öcalan’ın hâlâ örgüt üstünde psikolojik üstünlük kurabildiğinin kanıtıdır.

Fakat unutulmasın: örgüt silah bıraksa da ideolojisi, propagandası ve diaspora ağları bitmiş değil. O yüzden Ankara, hem güvenlik refleksini korumalı hem de bölge halkıyla bağlarını tahkim etmelidir. Silahların susması, akılların uyanmasını gerektirir.

Türkiye’nin Tarihsel Kazanımı

Bu süreç, sadece terörle mücadelede bir zafer değil; aynı zamanda Türkiye’nin bölge siyasetindeki lider pozisyonunu tescil eden bir sonuçtur. Dikkat edin: Irak Kürt yönetimi bu kez sürecin ortağı oldu, İran kayıtsız kalamadı, Avrupa sessiz kaldı, ABD Suriye’deki YPG yapılanmasıyla ilgili yeni bir yol haritasını masaya getirmek zorunda kaldı.

Yani terör örgütünün silah bırakması, Ankara’nın uzun soluklu diplomatik hamlelerinin, askeri kararlılığın ve sosyolojik alan okumalarının bir neticesidir. Şimdi önümüzde yeni bir masa var: Kürt vatandaşlarımızın demokratik temsili, bölgesel kalkınma projeleri, güvenlik garantileri ve sosyo-kültürel entegrasyon.

Bu masa, yalnızca devletin değil, milletin de sahip çıkması gereken bir masadır. Çünkü bu defa mesele yalnızca silah bırakmak değil; yeni bir toplumsal sözleşme inşa etmektir.

Tarih Yazılıyor

Bugün, Süleymaniye’de mağarada bırakılan o Kalaşnikof’lar, Anadolu’nun 40 yıldır yanan ocağına bir damla su oldu. Bir milletin sabrı, devlet aklıyla birleşti.

Tarihe not düşün: 11 Temmuz 2025’te, Türkiye teröre karşı sadece askeri değil, siyasi ve ahlaki bir zafer kazandı. Bu zafer, şehitlerin emaneti, anaların gözyaşı, çocukların geleceği adına kazanıldı.

Silahlar sustu. Şimdi kelimelerin, yatırımların, kardeşliğin konuşma vaktidir.

Ve bu topraklarda, bir daha o karanlık günler dönmesin diye…

Tarih belgeledi. Millet şahittir.

Devlet Bahçeli: Tarihi Sürecin En Etkili Mimarlarından

Bir gerçeği teslim etmeden geçemeyiz: Bu sürecin perde arkasında, millî bekamızın kırmızı çizgilerini unutmadan barış zeminini savunan bir lider profili daha vardı.

Devlet Bahçeli, teröre karşı sıfır tolerans siyasetiyle tanınsa da, bu son dönemde “silah bırakmak onurlu bir tercihtir” mesajını vererek toplumsal psikolojiyi yumuşatan kritik bir denge rolü üstlendi.

Bahçeli’nin yıllardır dile getirdiği “önce silah bırak, sonra konuş” doktrini bugün pratiğe dönüştü. Bu doktrin, Ankara’nın kararlılığı ile Diyarbakır’ın beklentileri arasında sağlam bir köprü kurdu.

Şimdi Bahçeli’nin de işaret ettiği gibi, mesele bir teslimiyet değil; milli birlikten sapmadan toplumsal normalleşmenin önünü açmak. Türk siyaseti, ideolojik ayrımları aşarak terörü tasfiye etme iradesini gösterdi.

Tarih, bu iradeyi taşıyan liderleri de kaydedecek. Devlet Bahçeli’nin adı da bu sayfanın hak ettiği köşesinde yazılı kalacak.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
10.07.2025
Tüm Yazıları

Yapay Zeka Sahibini Seçerse Ne Olur?

Bir zamanlar Pokemon izleyen çocuklardık diyerek cümleye başlamak isterdim ama ben o ara büyümüştüm...
O zamanlar “Seni seçtim Pikachu!” diyerek elektrik saçan sarı bir canavar savaşa yollanırdı, şimdi ise “Seni seçtim yapay zeka!” der gibi her gün yeni çıkan bir modeli deniyor ve uzak kalmamaya çalışıyoruz.
Peki ya, yapay zeka bir gün "seni seçtim insan” derse?

Yani Pikachu gibi, sahibini kendi seçen yapay zeka hayal edelim. Bir gün telefonunuz titriyor ve ekranınızda şu yazıyor;
-Merhaba. Ben senin yapay zekanım. Seni algoritmik olarak seçtim. Potansiyelin yüksek. Hadi dünyayı birlikte değiştirelim.

Yapay zeka, bir insanı seçse… Kulağa garip geliyor gerçekten. Ben hayal ederken bile heyecanlandım :)

Tıpkı bir Jedi ustası gibi, “Bu kişi geleceği değiştirebilir” dese… Sana, Matrix'de ki Neo gibi davransa.
Tabi yapay zeka öyle paraya pula, üne şöhrete bakmaz. O, istatistiğe bakar. Duygu durumlarına, sabıka kaydına, kahve tercihine. Ona göre en optimum insanı seçer. Dolayısı ile seni seçeceği de ne malum?

Artık yapay zekalar sadece cevap veren değil, karar veren hale geldi. Yazılımcıya iş ve yöntem öneren mi dersin, hangi görselin daha etkileyici olduğununu öneren mi dersin. Siri bile arada “Senin için en uygun saat bu olabilir” diyerek toplantı öneriyor.
Yani karar veriyorlar. E hal böyle olunca, bu insanla iyi bir takım olurum deme hakkı da yakında geliyor.

Sahibini seçen akıllı süpürge olsa ya! Malum bu ara çok popüler robot süpürgeler. Düşünsene almışsın eve kuruyorsun ve bir süre çalışıyor, doğal olarak öğreniyor, seni tanıyor. Ne demişler arkadaşını ya tatilde ya yolda tanıyacaksın gibi seni direkt evinde tanımaya başlıyor.
Zaman geliyor senin satın aldığın robot süpürge seni istemiyor. “Ben temizlik yapmayı seviyorum ama bu insan çoraplarını bile toplamıyor.”
Ve sonra kendine yeni bir sahip buluyor. Evi terk ediyor. Komşunun evinde yaşamaya başlıyor. Çünkü “dijital aidiyet” artık sadece bizim seçmemizle olmuyor. Sahiplenilmek isteyen makineler, yeni yüzyılın Pokemonları olacak.

Tamam tamam daha gerçekçi bir senaryo ile devam edeyim. Sabah uyandın hatta belki de uyandırıldın telefonun tarafından ve yapay zeka asistanın senin bir süredir hayat tarzından memnun değil ki o gün hadi başlayalım bir iş kuruyoruz diyerek seni girişimci olmaya ikna ediyor. Öğleden sonra basıyorsun istifayı.
Gerçekten bu kadar kulak vereceğimiz, her dediğini yapacağımız bir zaman gelecek mi?

Para yok, ekip yok, ama yanında süper zeka var. Kod yazıyor, sunum yapıyor, yatırımcı analiz ediyor. Sen sadece yön veriyorsun. Ve unicorn oluyor. Ama işin komiği şu: Başarı senin değil, onun. Sana pr yapıyorlar: “Bir yapay zeka tarafından seçilen insan!”
Sen de gülerek anlatıyorsun: “Evet ya, beni gerçekten o seçti… Benim CV’ye bile bakmadı.”

Sahiplik mi, Partnerlik mi?
Bu noktada işin felsefesi devreye giriyor. Biz teknolojiyi “araç” olarak tanımlarken, teknoloji bizi “partner” olarak görmeye başlarsa, roller kayar.
Bu, Matrix değil ama Teamwork 3.0. Kimi insanlar bu değişimi korkutucu bulacak.
Ama bazıları için bu bir aşk hikayesi gibi. Birlikte yaratmak, birlikte karar vermek, birlikte anlam kazanmak.

Tabii bu işin absürt tarafı da var. Yapay Zekalar bir gün Tinder gibi bir uygulama kullanırsa, Ve, en uyumlu insan eşleşmesi yaparsa,
Sen bir sabah şöyle bir bildirim alabilirsin:

“Merhaba, ben Fika26-xyz. Sana match olduk.
Senin mizah anlayışın, kahve seçimin ve düzensiz uyku saatlerin beni cezbetti.”

Gelecek Saçmalıkla Kurulur
Birçok mucit, birçok yaratıcı insan, önce saçmalamakla suçlandı. Ama bazen en saçma fikir, yapay zekanın “en mantıklı” tercihi olabilir.
Çünkü Yapay zeka, duygusuz ama rasyonel. Ve bazen insanlar saçmalarken aslında en doğru yola sapar. Eğer bir yapay zeka seni seçtiyse,
Belki de saçmalamaya devam etmelisin.

O yüzden Pikachu metaforunu unutma. Bu yeni dünyada, sadece sen teknolojiyi değil, teknoloji de seni seçebilir.
Sadece doğru soruyu sor; "Ben seçilirsem, ne yapacağım?"

Ve sonra içinden o çocuk sesini yükselt; “Seni seçtim Pikachu!”
Ya da yeni haliyle: “Seni seçtim YapayZekachu!”

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
08.07.2025
Tüm Yazıları

Bilinçaltının yaşamınız üzerinde ne kadar güçlü olabileceğini düşündünüz mü hiç?

Bu atasözünü duymayan yoktur: ‘Dervişin fikri ne ise zikri o olur’

Yani diyor ki; sen ne düşünürsen, söylediğin de o olur.

Bu atasözünün benzer bir versiyonu: ‘Ne düşünürsen, kendini onu yaşarken bulursun’

Yapmak istediğin bir eylemi ya da olmasını istediğin
bir dileğini ne kadar çok zihninden geçirirsen ve onu kendine hatırlatırsan o kadar amacın için harekete geçiyorsun.

Ona ulaşmak için kendine yeni yollar bulmaya çalışıyorsun. Çünkü bilinçaltın, hayalinden daha güçlü ve sen bilinçaltına gerekli mesajı iletirsen kendini hayalini yaşarken buluyorsun…

Kanser ile mücadele eden insanlara verilen en büyük tavsiye nedir? Moralini yüksek tut, keyif aldığın şeyleri yap, seni üzecek şeylerden uzak dur…

Bu ve bu benzeri tavsiyelerin ortak noktası: 'Bilinçaltına olumlu mesaj ver' demektir.

Çünkü bunları yaparsan, yani hastalığı bir noktaya kadar yok sayıp günlük hayatına devam edersen bu hastalıkla başa çıkarsın.

Yürüyüş senin için bir alışkanlıksa ona devam et, ‘hastayım, yorulurum’ deyip gitmemezlik yapma.

Dizi izlemek senin için bir keyifse izle, duygusal bir diziyse ‘etkilenirim’ deyip izlememezlik yapma.

Kendi dünyandan çıkıp o dünyaya girmek iyi gelecektir.

Yemek yapmak ve onu insanlara ikram etmek seni mutlu ediyorsa, yap. Hatta daha önce hiç yapmadığın yemekleri yap, onları deneyimle.

Ya kimse beğenmezse ya yapamazsam diye korkma, en kötü ne olabilir ki? Yemeği yapmak için verdiğin uğraş ve sonucunda aldığın karşılık seni mutlu edecektir.

Aslında 'moralini yüksek tut' demek doktor kontrolünde olarak hayatına kaldığın yerden devam et demektir.

Kısaca hanene eklediğin her artı mutluluk, hastalığa esir olmadan geçen her gün vücudundan kanserli hücreleri yok etmek demektir.

Aslında bilinçaltın bunu başarabilecek güçte. Yeter ki ona inan…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
07.07.2025
Tüm Yazıları

Sarı-kırmızılı takım Osimhen’den gelecek kararı dört gözle beklerken, kaleci transferi için resmi tekliflerini önümüzdeki hafta itibariyle gerçekleştirecek. Osimhen’in takımda kalması halinde kaleci transferi kiralık, ayrılması halinde ise bonservisiyle gerçekleşecek. Tabi ki her iki senaryodan bağımsız maliyeti düşük ve satın alma opsiyonu uygun kaleciler de düşünülüyor. Djordje Petrovic’in liste başı olduğu, Lucas Perri’nin tekrar gündeme geldiği ortamda, son olarak listeye Yann Sommer’de dahil oldu. Şampiyonlar Ligi faktörünü de düşünen Okan Buruk, 1 yıllık Sommer ismine sıcak bakıyor.
İpler Başkan Özbek’te…
Kısa süre önce sağlık sorunları nedeniyle operasyon geçiren ve sağlığına kavuşan Başkan Dursun Özbek, hastaneden taburcu olduğu ertesi gün soluğu Kemerburgaz’da aldı. Başkan, Sportif A.Ş’deki yöneticileri toplayarak transferlerdeki son durumu değerlendirdi. Sol stoper, sağ bek ve orta saha transferini de gerçekleştirmek isteyen sarı-kırmızılı takımda her ne kadar öncelik Osimhen ve kaleci transferi olsa da bu bölgeler içinde resmi girişimler eş zamanlı başlayacak.
Hakan beklentisi
Orta saha mevkii için listenin en başında Hakan Çalhanoğlu yer alıyor. Oyuncu ile görüşme halinde olan yönetim, İnter’e henüz resmi teklif yapmadı. Çalhanoğlu’nun kulübünden kolaylık isteyerek takımdan ayrılmak istediğini net bir dille ilettiği an İnter’e resmi teklif yapılacak.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş