SON YAZILAR
22.05.2025
Tüm Yazıları

Tarihi mirası, eşsiz gastronomisi ve termal zenginlikleriyle Afyonkarahisar, Türkiye’nin yükselen değerlerinden biri. Bu gelişimin arkasında ise vizyoner yönetim anlayışı ve güçlü bir kültürel bilinç var.

BİNLERCE YILLIK BİR MEDENİYETİN İZİNDE

Anadolu’nun ortasında, sessiz ama derin bir hikâye anlatan bir şehir var: Afyonkarahisar.
Frigler'den Osmanlı’ya uzanan geçmişiyle adeta yaşayan bir açık hava müzesi gibi… Şehrin simgesi haline gelen Karahisar Kalesi, hem tarihî bir miras hem de Afyon’un güçlü kimliğinin bir yansıması.

GASTRONOMİNİN ANADOLU’DAKİ BAŞKENTİ

Afyonkarahisar aynı zamanda Türkiye'nin lezzet duraklarının başında geliyor.
UNESCO listesine dahil edilmesi, şehrin mutfak zenginliğini küresel vitrine taşırken; sucuk, kaymak, lokum, pastırma ve haşhaş gibi ürünlerle bu toprakların özgün tatları uluslararası ilgiyi de üzerine çekiyor.

Termal otellerden kahvaltı sofralarına kadar her detayda bu gastronomi kültürü hissediliyor.
Burada yemek sadece karın doyurmak değil, bir geleneği yaşamak anlamına geliyor.

TERMAL TURİZMDE ÖNCÜ ŞEHİR

Afyonkarahisar, şifalı suları ve termal tesisleriyle sağlık turizminde de lider konumda.
Yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası haline gelen bu şehir, yılın dört mevsimi ziyaretçilerini ağırlıyor.

VALİ KÜBRA GÜRAN YİĞİTBAŞI’NA TEŞEKKÜR

Tüm bu potansiyelin görünür hale gelmesinde, Afyonkarahisar Valisi Sayın Kübra Güran Yiğitbaşı’nın etkili ve vizyoner yönetim anlayışı önemli rol oynuyor.
Sayın Valimizin öncülüğünde düzenlenen kültürel festivaller, gastronomi etkinlikleri ve tanıtım projeleri, şehrin hem ekonomik hem de kültürel kalkınmasına ivme kazandırıyor. Yerel değerlere sahip çıkan, kalkınmayı kültürle birlikte kurgulayan bu yaklaşım, sadece Afyonkarahisar için değil, tüm Türkiye için ilham verici bir model niteliğinde.

AFYONKARAHİSAR’I KEŞFETMENİN TAM ZAMANI

Henüz bu şehri keşfetmediyseniz, rotanızı belirleyin.
Tarihin izini süreceğiniz, lezzetle tanışacağınız, termal huzura kavuşacağınız bir yolculuk sizi bekliyor.

Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
Afyonkarahisar sadece bir şehir değil, bir deneyim.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
22.05.2025
Tüm Yazıları

Kahve kültürünün yaygınlaşmasıyla artık kahve seçimleri bir kimlik oldu. Eskiden menüyü çözmek bir sınav iken şimdi ise kahvesiz güne başlamayanlar oldu. Modern şehir hayatında kahve zevkleri karakter analizi gibi. Espresso içiyorsan "sert ve net birisin", latte seviyorsan "yumuşak başlısın" gibi çeşitli şekilde yorumlar yapılabiliyor. Eskiden “Bir sade, bir şekerli” yeterdi. Şimdi baristaya sipariş verirken CV veriyormuşuz gibi hissediyoruz.

Kahve aynı zamanda sosyalliği de beraberinde getirdi. Çünkü bu yerler sadece kahve içme mekânı değil, aynı zamanda aidiyet ve imaj alanı. Kahve gelene kadar telefonla poz veriliyor. Bir fincanla beş farklı açıdan fotoğraf çekiliyor.

Kültürler arasında da kahve ritüelleri farklı. Özellikle Amerika ile Türkiye arasında kahveye bakış neredeyse geceyle gündüz kadar farklı. Türkler için kahve bir araç değil, amaçtır. Kahve içmek için oturulur. Hatta oturmak için kahve bahanedir. “Bir kahve içer miyiz?” demek, aslında sohbet etmek demektir. Ama Amerikalılar için durum tamamen farklı. Amerikalılar için kahve çoğu zaman bir “uyandırıcı.” Sabah işe gitmeden önce, gözleri açılmadan alınan büyük bir kahve bardağı. Amerikalılar kahve içtikten sonra uyanıyor aslında.

Amerikalılar kahvelerini yolda içer. Elinde karton bardakla koşan insanları görmek mümkün. Türkiye’de kahve oturularak içilir. Sokakta yürürken Türk kahvesi içen birini göremezsin.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
22.05.2025
Tüm Yazıları

Mahsun Kırmızıgül’ün “Milletin anası ağlamış anası…” diye başlayan feryadı, bu ülkede vicdan sahibi herkesin yüreğine dokunabilir. Gerçekten de emekliler belli oranda geçim savaşı veriyor, memur, işçi, doktor, öğretmen, akademisyen istenen koşullarda değil henüz. Yolsuzluk girdabından belli oranda halende kurtulabilmiş değiliz, adalet terazisi halen istediğimiz ölçüye gelememiş gibi hissedebiliriz. Bu noktada sanatçının sözlerinin bir kısmı yerindedir. Ancak burada çok tehlikeli bir hafıza kaybına da düşüldüğünü görmek gerekiyor. Kırmızıgül’ün açıklamalarındaki en zayıf halka, Türkiye’de yaşanan terörün, 40 yılı aşkın silahlı çatışmanın ve on binlerce canın ardından neredeyse hiç yokmuş gibi bir anlatıyla geçiştirilmesidir.

Bugün Türkiye’de insanlar terörü konuşmuyor ve artık silahsız bir dönemi haykırmaya başladık. Bu bazılarımız için halen mümkün değilmiş gibi geliyor. Fakat bu büyük bir kazanımdır. Dağlardan kurşun sesi gelmiyor, köylüler çatışma korkusuyla tarlalarını terk etmiyor, şehit cenazeleriyle hayat durmuyor. Bu sessizlik bir tesadüf değildir; bu, devletin ve milletin sabırla ve akılla yürüttüğü çok boyutlu bir stratejinin sonucudur ve evet, yolsuzlukla mücadele edilebilir, adaletsizlik düzeltilebilir. Ekonomi zamanla toparlanabilir. Ama barış bir kez kaçarsa, bir daha geri getirmek on yıllar sürebilir. Türkiye’nin en büyük başarısı, terörün gündemden çıkmış olmasıdır. Bu başarıyı küçümseyen her yaklaşım, ister istemez PKK’nın meşrulaştırılmasına, şiddetin sıradanlaştırılmasına hizmet eder.

Bugün yapılması gereken şey, bu barış ortamını daha da sağlamlaştırmak, silahsızlanma sürecine destek vermek ve terörün tekrar siyasetin gündemine girmesine izin vermemektir. Terörü tekrar konuşturmaya başlarsak, emeklilerin durumu da, adaletin terazisi de bir kez daha bombaların gölgesinde kalır. Sayın Kırmızıgül ve onun gibi topluma seslenen sanatçılar, yoksulluğu, adaletsizliği dile getirsinler elbette… Ama bu ülkenin en büyük meselesi olan terörün bitmiş olmasını da unutturmasınlar. Barışı sıradanlaştırmak, barışı küçümsemektir.Barış bu milletin en kıymetli kazanımıdır.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
21.05.2025
Tüm Yazıları

Konuşmalardan uzaklaştığımız ve gerçeklikten kaçındığımız sosyal medyadan artık uzaklaşma vakti geldi. Kalpleri ve zihni yeniden inşa etmenin yollarını bulmanın en sağlıklı yolu parmakları kaydırmayı bırakmak. Yani sosyal medya detoksu yapmak lazım. Çünkü sürekli olarak kendi hayatımıza dair bir şeyleri pazarladıkça mükemmeliyetçilik duygumuz artar. Bunun yanı sıra ego, haz ve fazlasına sahip olmak ya da fazlasına sahipmişiz gibi göstermek zorunda kalırız. Bu da bizi gerçeklik algısından çıkartır. Sahte ilişkilere sahte bir beraberlikler sahte profillere sürükler.

SOSYAL MEDYA ANKSİYETESİ

Birçok ünlü isim de bu yüzden sosyal medyadan uzak durmak için özel hesaplar açmıyor. Özellikle hayatlarını yansıtmamak için sosyal medyadan uzak duran Scarlett Johansson bunun zaman kaybı olduğunu ve anksiyetesini tetiklediğini belirtti.

Yapılan birçok araştırmada da psikolojik temelleri hasarlı olan kişiler sosyal medya mecralarından uzak durmaya çalışıyor. Çünkü bu durumun psikolojik süreçleri olumsuz etkiliyor. Psikologların çoğu da hastalarının tedavi süreçleri için sosyal medya kullanmamalarını öneriyor. Dışarıya yansıtılan içeride olmayınca insan içeriden çürür. Bu yüzden içimizde bazı anları muhafaza etmenin kıymetini yaşamalıyız. Belki fark etmeden sosyal medya anksiyetesinden kurtulmuş oluruz. Hadi şimdi biraz sosyal medya detoksu…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
21.05.2025
Tüm Yazıları

Galatasaray bir kez daha şampiyon oldu. Sokaklar doldu, marşlar söylendi, havai fişekler patladı. Her şey bir bayram gibi başladı. Ama sonra bir yerde işler değişti. Sevinç kutlamaya değil, gösteriye; birlik duygusuna değil, karşı tarafı küçük düşürmeye dönüştü.
Bu ülkede futbol uzun zamandır bir oyundan fazlası. İnsanlar artık tuttukları takımı sadece desteklemiyor, onunla birlikte yaşıyor, onunla nefes alıyor, onunla öfkeleniyor. Galatasaray’ın şampiyonluğu sevindirici olabilir ama bu yılki sevinç, bir kupanın kazanılmasından çok, bir başka kupanın kaybedilmesine duyulan hazzı yansıtıyor gibiydi. Yani mesele, Galatasaray’ın kazanması değil; Fenerbahçe’nin bir kez daha kazanamamasıydı.
Evet, yıllardır beklenen o an yine gelmedi. Fenerbahçe bir kez daha şampiyonluğu son haftalarda kaybetti. Bu, doğal olarak büyük bir hayal kırıklığı doğurdu. Ama işin garibi, Galatasaraylıların büyük kısmı, kendi zaferlerinden çok rakibin kaybıyla mutlu oldu. Bu mutluluk, yer yer sosyal medya linçlerine, sokakta kavgalara, hatta fiziksel şiddete dönüştü. Bazı yerlerde forma renkleri bahane edilerek insanlar dövüldü, aşağılandı.
Bu bir futbol yazısı değil aslında. Bu, bir toplumun ruh hali. İnsanlar artık bir şeyin güzel olmasına değil, başka bir şeyin olmamasına seviniyor. Bu, sadece futbolda değil, hayatın her alanında böyle. Haset, kıskançlık, öfke… Futbol bunun için yalnızca bir sahne.
Fenerbahçe uzun süredir şampiyon olamıyor. Bu da elbette büyük bir hayal kırıklığı. Ama bu durum, rakip takımlar için yalnızca bir espri malzemesi değil, neredeyse bir sosyal tatmin aracı haline geldi. Bir grubun sevinci, diğerinin acısından besleniyor. Kimin şampiyon olduğu değil, kimin olamadığı konuşuluyor.
Oysa futbol bir oyundur. Sevinç paylaşılmak içindir, öfke değil. Bu ülkede futbolun gerçekten birleştirici olması için, önce zaferin yalnızca kendi anlamıyla kutlanması gerekir. Yenilenle dalga geçmeden, yenenin ne başardığına bakarak…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
20.05.2025
Tüm Yazıları

Çaycuma’dan yükselen milli enerji devrimi

Karadeniz gazı sadece bir doğal kaynak keşfi değil; Türkiye’nin yerli ve milli ekonomi vizyonunun da sahada vücut bulmuş halidir. Çaycuma Meslek Yüksekokulu, bu vizyonun en stratejik eğitim üssü olarak sahneye çıkıyor.
Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz Türkiye için tarihi bir dönüm noktası oldu. Ve bir gerçeği de beraberinde getirdi: Sahada çalışacak yerli teknik personel yok denecek kadar azdı. Yıllardır bu sektörde yabancı firmalar ve uzmanlar egemenliğini sürdürüyordu.
İşte bu noktada devreye giren bir vizyon, taşları yerinden oynattı. Enerjide dışa bağımlılığı sadece gazda değil, insan gücünde de sona erdirmek amacıyla Çaycuma Meslek Yüksekokulu’nda büyük bir eğitim hamlesi başlatıldı.

Enerji eğitiminde Türkiye modeli: Çaycuma MYO

Doç. Dr. Hikmet YAZICI’nin müdürlüğünde yürütülen bu atılım, klasik bir okul açılımı değil; adeta bir milli strateji projesidir. “Açık Deniz Sondaj ve Taban Uygulamaları” adlı özel program, TOAO (Türkiye Petrolleri) desteğiyle hayata geçti.
Batman’dan getirilen F-150 sondaj kulesi, Avrupa’da sadece Çaycuma’da kuruldu. Öğrenciler artık kitap başında değil, sahada, kule başında eğitim görüyor. Bu da Türkiye’nin insan kaynağı inşasında yeni bir çağın habercisidir.

Milli ekonomi, yerli insanla güçlenir

Enerji bağımsızlığı, sadece gazı çıkarmakla değil, o gazı çıkaracak insanı yetiştirmekle sağlanır. Çaycuma MYO, bu noktada stratejik bir görev üstleniyor. Artık Türkiye, enerji sektörüne kendi mühendisini, teknikerini ve uzmanını kazandırıyor.
Üstelik başarı sadece ulusal değil, bölgesel de yankı buldu. Azerbaycan’ın milli enerji şirketi SOGAR, bu yıl Çaycuma’ya 5 Azeri öğrenciyi göndereceğini açıklayarak programın başarısını tescilledi.

Görünmeyen kahraman: Doç. Dr. Hikmet YAZICI

Tüm bu atılımın ardında vizyoner bir isim var: Doç. Dr. Hikmet YAZICI. Onun çabaları sayesinde bugün Çaycuma sadece bir ilçe değil, enerji eğitiminde öncü bir merkez konumunda.
Bu başarı öyküsü, Türkiye’nin her bölgesine örnek olmalı. Enerji havzalarının yakınında bu tür uygulamalı eğitim üsleri kurulmalı. Çünkü milli ekonomi, millî beyinlerle kurulur.

Son söz:

Türkiye enerjide devrim yaptı. Ama asıl devrim, bu gazı işleyecek, yönetecek yerli ve milli insan kaynağını yetiştirmekte. Çaycuma, bu sessiz devrimin adıdır. Bu emeği, özellikle de Doç. Dr. Hikmet YAZICI’yı kutluyorum
Yarınlara umutla bakmak için bugün bu adımlar çok kıymetli...

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
19.05.2025
Tüm Yazıları

Türkiye'de en popüler sosyal medya platformu 58,4 milyon kullanıcı ile Instagram'mış. Kullanıcıların platformlarda geçirdikleri süreye bakıldığında, ayda ortalama 32 saat 36 dakika ile Instagram başı çekiyor... Yani rutin bir çalışanın ayda 1 günlük, yılda ortalama 12 günlük mesaisinin kesilmesi demek...
...

HAYATA 'ES' VERMEK

Geçtiğimiz günlerde bir story paylaştım. Müziği severim, her anın bir melodisi olduğuna inandığım için o story‘e de bir fon müziği koydum. Bir arkadaşım yanımdayken kafa dağıtmak için Instagram’a girdi birkaç dakika. Hikayeleri kaydırıyor. Kulağım fena değildir. Benim paylaştığım, yaklaşık 15 saniyelik videoyu, 1 saniyede geçti.

“Az önce benim hikayemi es geçtin,” dedim. Kahkaha attı…

Kendi hikayemiz bile bize sabredilmeyecek kadar 'fazla' gelmeye başlamışken, başkasının hikayesinde durmak, empati kurmak, merak etmek ya da sadece birkaç saniyeliğine olsun orada olmak neden bu kadar zorlaştı?

'BUGÜN NE HİSSEDİYORSUN?'

Aslında sadece hikayeleri değil, insanları da kaydırıyoruz. İlişkileri, duyguları, doğanın sesini... Ne hissettiğimizi bile bazen uygulama hatırlatıyor: “Bugün ne hissediyorsun?”
Ve biz de içimizden geleni değil, dışarıdan beğenileceğini düşündüğümüz şeyi seçiyoruz. Çünkü gerçek duygular, filtrelenmemiş bir yüz gibi, fazla çıplak geliyor göze. Kırılganlık artık cesaret değil, zaaf olarak okunuyor.
O yüzden üzülmek yerine gülen emoji, sıkılmak yerine paylaşımlar; konuşmak yerine story atıyoruz.

AN MI, ANI MI?

Ama hayat bir algoritma değil. Kaydırdıkça değil, durup baktıkça güzelleşiyor.
Sosyal medya, elimizin altında bir pencere olabilir. Ama dışarıda, gerçekten dokunulabilir bir dünya var. Renkleri filtrelenmemiş, sesi bozulmamış, gerçek kokular taşıyan bir dünya. Belki de aradığımız iyilik, huzur, sevgi, birinin paylaştığı videoda değil, kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız anda saklıdır.

Çünkü biz, anı biriktirmeye çalışırken an’ı kaçıran aptallar silsilesiyiz.
Ve hikâyeleri kaydırırken, belki de en çok hayatıkaçırıyoruz.


...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
19.05.2025
Tüm Yazıları

Türkiye’nin kadim şehirlerinden biri, bereketli toprakların ve destansı tarihin taşa, toprağa karıştığı bir yer: Manisa. Kültür Yolu Festivali, bu yıl rotasını bu eski payitahta çevirerek, zeytinine, üzümüne, kavununa, kebabına selam duruyor.

Manisa Kültür Yolu’nda şehzadelere layık bir sofra kuruluyor

Baharın en güzel günleri sayılan, 17-25 Mayıs tarihleri arasında Manisa, bir kültür senfonisine ev sahipliği yapıyor. Sergiler, söyleşiler, konserler ve atölyelerle örülmüş bu dokuz günlük şölen, sanatı ve kenti de görünür kılacak. Ama en çok da o görünmeyen lezzet izlerini… Çünkü Manisa’da her sofranın ayrı bir hikâyesi var. Ve bu hikâyeler, yüzyıllardır kaynayan tencerelerde, taş fırınlarda, üzüm bağlarında, zeytinliklerde sürüp gidiyor.

Bir kebabın sessiz ihtişamı

Şehzade sofralarının gölgesinden süzülerek günümüze ulaşan en nadide lezzetlerden biri de Manisa kebabı. Tereyağında ağır ağır pişen, iki etin—dana ve kuzunun—gönül birliğiyle yoğrulduğu bu kebap, damak ve hafızalarda yer etmesiyle bilinir. Yanında közlenmiş yeşilbiber ve domatesle sunulan bu lezzet, soğanın sumakla buluştuğu nefis bir karışımla servis edilir. Coğrafi işaretli bu tat, Manisa’nın gastronomik ve kültürel kimliğinin de bir parçası…

Ancak Manisa mutfağı yalnızca bu kebaptan ibaret değil elbette. Akhisar’da domat zeytinleri altın gibi parıldar sabah güneşinde… Zeytinlerden damıtılan yağ ise bir ekmeğe dokunduğunda, sade bir öğünü bir ritüele dönüştürür. Akhisar köftesi, Alaşehir kapaması ve tahinli pidesi, Kırkağaç’ın paçası, Soma’nın helvası… Her biri bir başka ilçenin hafızası, geçmişle gelecek arasındaki görünmeyen köprü...

Şifanın ve Ritüelin Harmanı “Mesir Macunu”

Manisa’nın simgesi haline gelmiş Mesir Macunu, yalnızca bir tat değil, bir şifa geleneği... Baharatların özenle seçilip karıştırılması, bu macunu lezzetli ama aynı zamanda mistik kılar. Her yıl düzenlenen Mesir Macunu Festivali, bu geleneği yaşatmakla kalmaz, Manisa’nın tarihle kurduğu benzersiz ilişkiyi de ortaya çıkarır. Macunun saçılması, bereketin gökten yere inişini simgeler, tıpkı yağmur gibi, umut gibi…

Kültür Yolu’nda bir durak: Sardes ve Aigai’nin Gölgesinde

Kültür Yolu Festivali’nin bir ayağı da binlerce yıllık geçmişe sahip Sardes Antik Kenti’nde yankılanıyor. Lidyalıların izlerini taşıyan bu topraklar, paranın icat edildiği yer olmakla beraber lezzetin de tarih sahnesine çıktığı bir coğrafya... Aigai Antik Kenti’nde ise taşlara sinmiş fısıltılar, binlerce yıl öncesinden bugüne bir şeyler anlatır gibi..
“İnsan, toprağa ne verirse sofrada onu bulur.”

Spil Dağı’nın eteklerinde yetişen kekikler, dağ çilekleri, dağdan inen pınarlarda serinleyen keçilerin sütü… Manisa, doğayla mutfağını iç içe geçirmiş bir bilgelik taşır. Her otun, her baharatın, her ürünün ardında bir kadim bilgi, bir Anadolu sezgisi bulunur.

Üzümün altın hâli ve simit tadı

Coğrafi işaretli Manisa Sultani çekirdeksiz üzümü, sofraların incisi... Hem kurusu hem tazesiyle, sofralara ve çocukluk anılarına tat katar. Saruhanlı’nın çekirdeksiz beyaz üzümü, Salihli’nin kirazı, Demirci’nin hünnabı… Her biri bu toprağın hediyesi, Anadolu’nun eliyle şekillenmiş mucizeleri sanki.
Ve tabii Taban Simidi… Manisa’nın fırınlarından çıkan bu özel simit, taş fırında pişirilmiş altın halkalar gibi… Sade kahvaltıların şenliği ve çayın en iyi dostu...

Bir festival, bir hafıza, bir sofra

Manisa’nın mutfağı, karnımızı doyurmakla kalmaz belleğimizi de besler. Çünkü bu şehirde her yemek, bir hikâyenin devamı... Burada her bir hikâye, toprağa, tarihe ve insana dair bir şükran ifadesi sanki…

Türkiye Kültür Yolu Festivali, her yıl başka bir kente değerek, kültürün yaşayan bir şey olduğunu hatırlatıyor bize. Manisa gibi köklü şehirlerde ise bu hatırlatma, etkinlik afişlerinde olmasının yanında bir zeytin dalında, bir tahinli pidede, bir topalak yemeğinde kendini gösteriyor. Kurşunlu Han’da açılan sergiler, dijital minyatür uygulamaları, “Yaşayan Miras” sergileriyle birleşince; Manisa, geçmişten bugüne uzanan bir zaman yolculuğunun başrolü oluyor.
Bu yıl Manisa’dan geçen Kültür Yolu, gözümüzü, gönlümüzü ve damağımızı şenlendirecek gibi duruyor. Ve bir şeyi hatırlattı: Bir kentin ruhunu anlamak istiyorsan, önce onun sofrasına otur.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
17.05.2025
Tüm Yazıları

Medya sektörü, teknolojinin hızına ayak uydurarak yeniden şekilleniyor. İhlas Medya Grubu olarak, bu dönüşümün sadece takipçisi değil, öncüsü olma hedefiyle yol alıyoruz. Geçtiğimiz günlerde İhlas Holding binasında gerçekleştirdiğimiz “Dijitalciler İletişimcilerle Buluşuyor” etkinliği, bu vizyonun somut bir yansıması oldu. İletişim ve halkla ilişkiler ajanslarının temsilcileriyle bir araya gelerek, dijital medya dünyasındaki yenilikçi yaklaşımlarımızı paylaştık ve iş birliği fırsatlarını masaya yatırdık. Bu buluşma, haberciliğin geleceğine dair umut verici bir adım olarak hafızalarda yerini aldı.

Teknolojiyi üreten medya

İhlas Medya’nın Dijital Varlıklar Grubu olarak, teknolojiyi yalnızca tüketen değil, üreten bir kurum olma yolunda kararlı adımlar atıyoruz. Kendi yazılım ekiplerimizi kurarak, tgrthaber.com gibi platformlarımızda yenilikçi teknolojiler geliştirdik. Bu, rekabetin yoğunlaştığı medya sektöründe bize özgün bir avantaj sağlıyor. Yakın gelecekte, Türkiye Gazetesi’nin 55 yıllık arşivini yapay zeka desteğiyle dijital ortama aktararak, bu değerli birikimi kamuoyunun erişimine sunacağız. Bu proje, tarihin dijital çağla buluştuğu bir köprü niteliğinde.

Dijital dönüşüm, sadece teknik altyapıyla sınırlı değil. Habercilik anlayışımızı da kökten değiştiriyor. Tgrthaber’in Genel Yayın Yönetmeni kıymetli çalışma arkadaşım İbrahim Günay’ın etkinlikte vurguladığı gibi, “Haberi sadece aktaran değil, haberciliği dönüştüren bir platform olmayı hedefliyoruz.” Son bir yılda yakaladığımız büyüme ivmesi, özverili ekibimizin ve doğru habercilik anlayışımızın bir sonucudur. Hızlı, teyitli ve güvenilir haber sunma misyonumuz, dijital platformlarda da aynı kararlılıkla devam ediyor.

Sosyal medyada özgün bir ses

Şu bir gerçek ki dijital çağ, haberciliğin sınırlarını tüm medya adına yeniden çiziyor. Siyasetten uzak durarak geniş kitlelere hitap eden sosyal medya mecralarımızla, aylık 700 milyonu aşan görüntülenmeye ulaştık. Bu, toplumun her kesimine ulaşma hedefimizin bir göstergesi. Amacımız, her yaştan ve her ilgi alanından insana dokunan içerikler üretmek. Bu doğrultuda, sosyal medya platformlarımızda özgün, kaliteli ve teyitli içeriklere odaklanarak, habercilikte yeni bir dil inşa ediyoruz.

Turkiye Today: Dünyaya açılan pencere

Etkinlikte öne çıkan bir diğer proje, İngilizce yayın yapan Turkiye Today platformumuz oldu. Turkiye Today, Türkiye’nin kültürel zenginliklerini, başarılarını ve mücadelelerini yabancı okuyuculara doğru ve özgün bir dille aktarıyor. Genel Yayın Yönetmenimiz değerli çalışma arkadaşım Osman Bahattin Dirlik’in de ifade ettiği gibi; “Türkiye’nin sesini güçlü bir marka değeriyle dünyaya duyurmak, artık bir tercih değil, bir zorunluluktur”. Bu platform, global arenada Türkiye’yi dengeli bir perspektifle tanıtma misyonumuzun bir parçasıdır.

Ayrıca, beni en çok heyecanlandıran ise Türkiye Gazetesi’nin dijitalleşme sürecindeki yenilikleridir. Zira, eylül ayında hayata geçecek kullanıcı dostu web ve mobil tasarımlarımız, okuyucularımıza kişiselleştirilmiş bir deneyim sunacak. Yani çok yakın bir zamanda 55 yıllık arşivimizin tamamı dijital erişime açılmış olacak. Bu geçmişle geleceği birleştiren önemli bir adım bizim için ve sabırsızla yazılım ekibimizin son noktayı koymasını bekliyorum.

Sinerjiyle büyüyen yepyeni bir ekosistem

“Dijitalciler İletişimcilerle Buluşuyor” etkinliği, medya ile PR ajansları arasında sinerji oluşturma hedefimizin bir yansımasıydı. İletişim ajanslarının yöneticileriyle bir araya gelerek, haberden reklama, dijital içerikten medya planlamaya kadar sunduğumuz hizmetleri detaylıca aktarmış olduk. Bu buluşma, sektördeki yenilikleri paylaşarak etkili iletişim stratejileri geliştirme fırsatını da birlikte sunmuş oldu. Katılımcıların, sunduğumuz çözümlerin iletişim süreçlerine katacağı değeri yerinde deneyimlemesi, bizim için büyük bir gurur kaynağı oldu.

Geleceği şekillendirmek

Dijital varlıklar olarak, Türkiye’nin en büyük dijital medyası olma hedefimize emin adımlarla ilerliyoruz. Dünya trendlerini takip ederken, yerel değerlerimizden güç alarak öncü olmaya devam edeceğiz. Teknoloji, habercilik ve insan odaklı yaklaşımımızla, medya sektöründe yeni standartları belirleyeceğiz.

Bu yolculukta, iş ortaklarımız, okuyucularımız ve izleyicilerimizle birlikte büyümek, bizim için en büyük motivasyon olacaktır. Dijital dönüşümle şekillenen bu yeni çağda, haberciliğin geleceğini birlikte inşa etmeye hazırız!

Önümüzdeki hafta Cuma tekrar görüşmek üzere.

Hoşça kalın…

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
16.05.2025
Tüm Yazıları

Bugün geldiğimiz nokta, bu milletin ve devletin, yalnızca askeri bir başarı değil; jeopolitik bir akıl savaşı kazanarak tarihe düştüğü nottur.

PKK'nın silah bırakması, sadece bir terör örgütünün zayıflaması değil; Türkiye’nin 2016'dan itibaren yürüttüğü çok katmanlı güvenlik ve dış politika stratejisinin zaferidir. Bu süreç, bir güvenlik başarısı kadar, bir diplomatik mühendislik ürünüdür.

Türkiye Ne Yaptı?

Türkiye, 2010’lu yıllarda küresel düzlemde yaşanan kırılmaların içinde, klasik savunma reflekslerinin ötesine geçerek proaktif ve çevik bir güvenlik mimarisi kurdu:

- Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Pençe-Kilit operasyonları gibi askeri hamlelerle sınır güvenliğini sıcak hatta kurdu.
- Milli İHA/SİHA teknolojileri, PKK’nın hareket kabiliyetini sıfıra indirdi.
- MİT’in derin saha operasyonları, örgütün üst kadrolarını bir bir tasfiye etti.
- Dış politikada çok yönlü diplomasi ile Bağdat ve Erbil arasında denge kuruldu; İran ve ABD arasındaki boşluk iyi okundu.
- Ve en önemlisi: Terörle mücadelede siyasi irade ile askeri irade eşgüdüm içinde çalıştı.

PKK Neden Silah Bıraktı?

Bunun cevabı nettir: Artık dağda kalmak da, şehirde saklanmak da mümkün değil.

Türkiye’nin saha hâkimiyeti, artık sadece fiziki değil; istihbari ve psikolojik bir üstünlüğe dönüştü. PKK’nın lojistik damarları kesildi, halk tabanı daraldı, uluslararası meşruiyet zemini çöktü.

ABD’nin, Avrupa’nın ve bazı Arap ülkelerinin örgüte olan “sessiz desteği”, Türkiye'nin kararlı dış politikası ve NATO’daki pozisyonunu iyi kullanması sayesinde etkisizleştirildi.

Irak ve Bölgeye Etkisi

PKK'nın Irak’tan çekilmesi, Irak merkezi yönetimi ile Kürt Bölgesel Yönetimi’nin iç barışına da hizmet edecektir. Çünkü:

- Örgüt artık yalnızca Türkiye değil, Irak için de bir baş ağrısı hâline gelmişti.
- PKK’nın varlığı, Türkmen kentlerinde güvenliği tehdit ediyor, KDP ve KYB arasında çatışma riski oluşturuyordu.
- Türkiye’nin bölgede yürüttüğü enerji diplomasisi, Kerkük-Ceyhan hattının geleceği için istikrarı zorunlu kıldı.

Bu gelişme, sadece Türkiye değil; Irak’ın da çıkarına oldu. Ve kazanan bir kez daha Ankara oldu.

Uluslararası Düzlemde Türkiye'nin Konumu

PKK'nın tasfiyesi, Türkiye'nin uluslararası pozisyonunu güçlendirdi:

- Avrupa Konseyi ve NATO nezdinde Türkiye’nin “güvenlik kaygıları” daha somut algılanmaya başlandı.
- ABD ile yürütülen F-16 müzakereleri ve diğer askeri ilişkilerde “terörle mücadele şartı” Türkiye lehine bir baskı unsuru oldu.
- Afrika, Orta Asya ve Körfez ülkeleriyle kurulan ittifaklar, Türkiye’nin terörle mücadele tecrübesini dış politikada bir enstrüman hâline getirdi.

Milli Birlik Vardı, PKK Onu Sabote Etmeye Çalıştı

Türkiye’de etnik çatışma yoktu; çünkü Anadolu’da “kardeşlik” zaten genetik bir gerçekliktir.
PKK, dış akılların ürünüydü.

- Almanya laboratuvarlarında yazılmış manifestolar,
- ABD askeri kamplarında yetiştirilmiş kadrolar,
- İran sınırından sızdırılmış mühimmatlar,

hep aynı amaca hizmet etti: Türkiye’yi içeriden çökertmek.

Ama millet bunu gördü. Tüm güç dengelerinin, Türkiye üzerine oynadığı siyasal oyunlar bozuldu. Artık bu milletin doğusu da batısı da tek bir hakikati söylüyor: “Bu vatan bölünmez.”

Şimdi Ne Olacak?

Türkiye, bu yeni denklemde üç temel adımı atmalıdır:

1. Toplumsal bütünleşme ruhu canlı tutulmalı; özellikle dağdan dönen gençler için rehabilitasyon ve eğitim programları oluşturulmalıdır.
2. Bölge illerine yatırım ve istihdam teşvikleri artırılmalı; kamu diplomasisi kurumlarıyla kültürel onarım başlamalıdır.
3. Uluslararası zeminde “Türkiye modeli terörle mücadele” anlatısı güçlendirilmelidir.

Bu, sadece bir iç güvenlik meselesi değil; 21. yüzyılda Türkiye’nin jeopolitik kaderini yeniden yazma fırsatıdır.

Sonuç: Güçlü Türkiye, Zeferin Teminatıdır

PKK’nın silah bırakması, bir devlet aklının, bir millet direncinin ve bir coğrafyanın uyanışının sonucudur.

Zaferler, masa başında değil; devletin askeri,siyasi, diplomatik aklıyla kazanılır.
Ve Türkiye, PKK’nın silah bırakmasıyla sadece bir zafer kazanmadı; geleceğini emin ellerle garanti altına aldı.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş