SON YAZILAR
17.07.2025
Tüm Yazıları

Suriye’nin güneyinde, haritaların unutulmuş köşesinde, sessiz gibi görünen ama içeriden fokurdayan bir volkan var: Süveyda. Dürzîler’in yurdu olan bu dağlık bölge, bugün sadece bir coğrafi alan değil; büyük güçlerin vekâlet savaşı sahası, halkların sadakat sınavı, ve İsrail’in yeni piyon hamlesi.

Suriye'deki savaşın üzerinden 10 yılı aşkın bir zaman geçti. Ancak Dürzî toplumu, bu kanlı süreçte ne tam rejimle birleşti, ne de açıkça muhalefet etti. Görünürde tarafsızdı. Oysa bu tarafsızlık, Esed rejimiyle kurulan örtük bir anlaşmanın perdesiydi.

Dürzîler: Ortadoğu’nun Denge Unsuru mu, Satranç Taşı mı?

Rejim, Dürzîlere yerel özerklik, milis maaşları ve az da olsa devlet müdahalesi sundu. Bu sayede Süveyda, Halep ya da Humus gibi yerle bir olmadı. Ama bugün o “sükûnet”, çatırdıyor.

Çünkü Dürzî toplumu artık ikiye bölünmüş durumda:

Arap milliyetçiliğine bağlı, Suriye'nin birliği için mücadele eden damar,

Ve İsrail'le açık ilişki kuran, geleceğini Tel Aviv’in garantörlüğünde arayan bir çizgi.

İsrail, bu fay hattını derinleştirmek için ortamı geriyor. Sözde elini uzatıyor. Ama bu uzatılan el, tarihte nice topluluğu yarı yolda bırakmış bir el. Bugün eğer Dürzîler bu oyunu fark etmezse İsrail’in elini kolayca tutacak, yarın ise kolayca yarı yolda terk edilmeleri kaçınılmaz olacak.

İsrail’in Taktiği: “ Sözde Destekle, Kullan, Terk Et”

İsrail'in bölgedeki stratejisi bellidir: İçeriden ayrılıkçı damarlar üret, kriz alanı oluştur, sonra geriden izle. Bu modeli Lübnan’da Hristiyan milislerde, Irak’ta bazı Kürt gruplarda, İran’da etnik azınlıklarda gördük. Israil simdi de Dürzîler icin sahnede.

İsrail, dini lider Muvaffak Tarif ve bazı ayrılıkçı isimler aracılığıyla Dürzî toplumu içinde İsrail yanlısı bir hareket örgütlemeye çalışıyor. Bu süreçte Hikmet el-Hicri gibi figürler öne çıkarılıyor, Arapçı çizgi bastırılmak isteniyor.

Ancak bu çizginin bedeli ağır:

Süveyda’da çıkan iç çatışmalar, Dürzîlerin “ajan toplum” olarak yaftalanmasına neden oldu. İsrail yanlısı milislerin Suriye güvenlik güçlerine saldırması, devletin sert müdahalesini kaçınılmaz kıldı.

Türkiye’nin Masadaki Yeri

Türkiye, bu krizden doğrudan etkilenmese de dolaylı olarak bölgesel denge açısından hedef tahtasına konulmuş durumda. Çünkü:

İsrail’in Suriye içinde kurmak istediği yeni etki alanı, Türkiye’nin güney sınırlarıyla doğrudan bağlantılı.

Ayrılıkçı yapılarla desteklenen etnik kartlar, ileride Türkiye'nin demografik ve güvenlik denklemine taşınabilir.

Ayrıca, Suriye’nin bölünmesi fikri güçlendikçe, terör örgütünün meşruiyet arayışı da ivme kazanacaktır.

Peki Türkiye Bu Büreci Nasıl Yönetti?

Ankara, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle birlikte diplomatik ağırlığını koyarak İsrail’in hava saldırılarını frenledi. Tel Aviv geri çekildi, Suriye ordusu ise kontrollü şekilde Süveyda’dan yerel güvenlik güçlerine geçiş yaptı.

Ayrıca Israil ‘ in ileride bölgede çıkarmayı hedeflediği mezhep kavgalarını engellemiş oldu.

Dürzîler İçin Tarihi Bir Kavşak

Bugün Dürzîler, sadece bir rejimle değil; bir kader belirleme kavşağı ile karşı karşıya:

Ya Suriye devletine entegre olarak gelecekte onurlu bir yer edinecekler,

ya da İsrail’in geçici menfaatleri uğruna bir satranç taşına dönüşecekler.

Ama şunu unutmamalılar:

İsrail, hiçbir topluluğu sonsuza kadar sırtında taşımaz.

Günü geldiğinde, ne Hicri kalır, ne de tarif edilen “güvenli gelecek”...

Bölgede barış ancak içeriden, halkların kendi iradesiyle gelir.

Türkiye için ise bu, sadece bir Suriye meselesi değil; bir milli güvenlik, bir insani sorumluluk ve bir tarihsel uyanıklık meselesidir.

Çünkü lobiler, masalar değil, iradeler belirler gelecek nesillerin kaderini.

Ortadoğu Masası ve Türkiye

Suriye’de barışın inşası, Suriye halklarının kendi arasında kuracağı güven köprüsüyle mümkündür. Bu köprünün taşı olmak mı, yoksa yıkıcı bir elin piyon taşı mı? Dürzîlerin vereceği karar yalnızca Süveyda’yı değil, Ortadoğu’nun istikrarını da belirleyecek.

Türkiye ise bu oyunun hem içinde hem dışında: Hem dengeleyici, hem belirleyici bir güç, hem de en önemlisi tarihsel vicdan.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
17.07.2025
Tüm Yazıları

İlk bakışta İtalya’ya benzeyen muazzam denizi ve kalesiyle kendine bağlayan Karadağ’ı yakından keşfetme fırsatı buldum. Karadağ’ın en ilgi çekici diğer yanı ise adeta Harry Potter evrenindeki sahneleri andıran mimarıydı.
Mimarisinin bunca yıl hiç bozulmadan kalması ise ruhu ayrı bir etkiliyordu.

"Her anında bir anı biriktirebileceğimiz sokaklar ve evlerin yanı sıra, yaşamın ucuzluğu da bizi ayrıca memnun etti. Avrupaî havasının yanında sakinliğiyle de dikkat çeken bir ülkeydi."


Tarih adeta ''ben buradayım yıkılmadım” diyordu. Bu sokakta aşk vardı, bu sokakta bir savaş, bu sokakta bir ayrılık…

Surlarla çevrili Karadağ’ın her şehri ayrı bir güzellik barındırıyordu. Labirenti andıran sokaklarda Osmanlı’dan da izlere rastlamak oldukça mutlu ediyordu bizi. Türklerin varoluşunun yanı sıra halen orada yaşaması ve Osmanlı’nın bir zamanlar bu yerlere hakim olmasından bahsetmeleri gurur vericiydi. "Öte yandan, Türkiye’den tanıdık lezzetlere ve melodilere rastlamak da güzeldi."

Dönüş yolunda içime sinen huzur ve mutluluk adeta tarifsizdi. Kotor’a uğrarsanız Tarkan’ın yerinde mutlaka kahvaltı yapmanızı öneririm. Ayrıca kaleye çıkarken yanınıza su alın ve gece o denizin sessiz uğultusunda bir kere şehri baştan sona gezin.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
17.07.2025
Tüm Yazıları

Orta Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Amasya, son zamanlarda turistlerin gözdesi oldu. Merkeze 25 km uzaklıkta Boraboy Gölü, Kral Kaya mezarları, Kalesi ve Yalıboyu Evleri ile gelenlere seyir zevki yaşatıyor. Dağlardan gelen sularla verimli topraklarda yetişen sebze ve meyveler göz dolduruyor.

Son dönemin turizm cennetlerinden biri ise Boraboy Gölü oldu. Her geçen gün artan ziyaretçi sayısıyla sosyal medyada da dikkat çeken Boraboy Gölü’nün etrafı çam ağaçlarıyla çevrili.


Hititler’den başlayarak, “Frigler, Kimmer, İskitler, Lidya, Pers, Helen, Pontus, Roma, Bizans, Danişment, Selçuklu, İlhanlı” gibi medeniyetlere ev sahipliği yapan Amasya “Şehzadeler Şehri” olarak da adlandırılır. Şehzade Beyazıt, I. Mehmet, II. Murad, Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıd, Şehzade Ahmet” gibi şehzadeler şehirde eğitim gören isimler arasında yer alıyor.

Amasya’nın en dikkat çeken yapısı ise kuşkusuz Kurucu Kral I. Mithridates Ktistes’den I. Pharnakes’e kadarki beş krala ait kaya mezarlarıdır. Yeşilırmak Vadisi boyunca, irili ufaklı 21 mezar olduğu bilinmekle birlikte bunlardan sadece birkaçı günümüze gelebilmiştir. Amasya’da turizmin gelişmesiyle Kral Kaya Mezarları’na ulaşım da daha ulaşılabilir oldu.
Amasya’nın yerel halkının en büyük şikayeti ise et ve yarma ile yapılan Keşkek yemeğine ait herhangi bir restoranın olmaması. Amasya’ya giden turistlerin yöresel yemek yemesi için herhangi bit yer olmaması halkın en büyük şikayeti.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
16.07.2025
Tüm Yazıları

Ne bir kurye direksiyon başında, ne de bir taşıyıcı firma…

Geçtiğimiz gün sürücüsüz bir otomobil, insan eli değmeden yarım saatlik bir rotayı tamamlayarak yeni sahibine ulaştı.

''Gelecek'' dediğimiz şeyin aslında bugün çoktan geldiğini bir kez daha anladık.

Kırmızı ışıkta durdu, kavşakta öncelik verdi.

Şerit takibini, trafik kurallarını, hava şartlarını hesaba katarak ilerledi…

İnanılır gibi değil ama… Her şey kusursuzdu. Bir insanın yapacağı küçük bir dalgınlık yoktu.

Belki de tam olarak bu yüzden biraz ürkütücü.

Direksiyonda bir insanın olmaması, sadece bir sürücü eksikliğ değil, insanlığın kontrol kavramını yeniden tanımlamaya başladığının da işareti.

Peki, ya olur da bir gün hata yaptığında suçlu kim olacak? Arabanın yazılımı mı? Üreticisi mi? Kullanan kişi mi?

Üstelik mesele sadece otomobillerle sınırlı değil.
Otonom drone’lar, robot cerrahlar, robot valeler… Hepsi sırada bekliyor.

Yapay zeka ile son teknolojik sistemler, konforlu sürüş deneyimi derken büyük bir alkışı hak ediyor ama diğer açıdan bu durum işsiz kalacak milyonlar demek.

Şu an belki de kritik bir eşikteyiz.

Otonom sistemleri hayatımıza entegre ederken şunları sormalıyız:

İnsanı merkeze alarak mı ilerleyeceğiz, yoksa merkezdeki yeri akıllı bir algoritmaya mı devredeceğiz?

Teknolojiyi bir araç olarak mı kullanacağız, yoksa bir gün onun aracı mı olacağız?

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
15.07.2025
Tüm Yazıları

15 Temmuz 2016... Tarihin hiçbir sayfasında kalemle çizilmeyecek bir gece. Silahın namlusundan çıkan kurşun, milletin kalbine değil; ihanete saplandı. Tank paletlerinin ezemediği bir şey vardı: Anadolu insanının sarsılmaz iradesi.

O gece milyonlar sokaklara döküldü. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bir tek cümle yazdılar tarihe:

"Biz bu toprağın evladıyız. Bu bayrak inmeyecek."

15 Temmuz, sadece bir darbe girişimi değildi. Türkiye'nin yükselişini durdurmak isteyen karanlık odakların son kozuydu. Çanakkale’de emperyalist hayaller nasıl boğulduysa, o gece de Pensilvanya mahreçli kuklalar milletin imanında boğuldu.

O karanlık gecenin sabahında güneş, daha bir başka doğdu Anadolu’nun üzerine. Çünkü o sabah Türkiye, küresel senaryoların figüranı değil, başrolü olduğunu tüm dünyaya ilan etti.

Bugün, demokrasi nöbetlerinin ateşi hâlâ yüreklerde yanıyor. Şehitlerimizin aziz hatırası, her neslin omzuna bir sorumluluk bırakıyor:

"Bu vatana göz diken kim olursa olsun, karşınızda 85 milyonun vicdanı, aklı ve bileği vardır."

Türkiye artık eski Türkiye değildir. Her cepheden kuşatılmak istenen bu ülke, savunmadan taarruza geçen bir millet şuuru ile siyasette, diplomaside, ekonomide ve savunma sanayinde çağ atlamıştır. 15 Temmuz, sadece bir direniş değil; yerli ve millî kalkınma hamlesinin, bağımsızlık kararlılığının, üretim devriminin kıvılcımı olmuştur.

Bugün, kritik teknolojilerde millîleşme iradesi, uluslararası arenada saygın bir diplomasi ve Türkiye Yüzyılı vizyonu geçmişin fedakârlıkları üzerine inşa edilmektedir. O gece tanklara, bombalara, hain pusulara göğsünü siper eden millet, sadece bir darbenin değil, küresel vesayet zincirlerinin kırıldığı bir miladın mimarı olmuştur.

Türkiye Yüzyılı demek; üretimde, bilimde, savunmada, kültürde ve diplomaside tam bağımsız güçlü Türkiye demektir. Ve bu vizyon, 15 Temmuz gecesinin şehitlerinin omuzlarımıza bıraktığı mirasla büyümektedir.

Biz bir milletiz.

Hafızamız uzun, sabrımız derindir.

Ama unutulmasın:

Göz diken, diz çöktürmek isteyen kim olursa olsun, karşısında Çanakkale’den 15 Temmuz’a uzanan bir irade duvarı bulacaktır.

15 Temmuz, milletin demokrasi manifestosudur. Ve bu manifesto, hiçbir zaman raflara kaldırılmayacak kadar canlı, diri ve mukaddestir.

Ruhları şad olsun.

Vatan uğruna can veren tüm şehitlerimize rahmet, kahraman gazilerimize minnetle.

Unutmadık. Unutturmayacağız. Türkiye Yüzyılı yolunda birliğimizi asla bozmayacağız.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
13.07.2025
Tüm Yazıları

Uzun yıllardır sorguladığım, yargıladığım ve kabul edemediğim bir sosyal ilişki sorunsalı var:

İyi bir insan olmaya çalışmak neden zayıflık olarak görülüyor?

Hepimiz elbette ki doğruları yapmak için çaba sarf ederiz. Şartlar bazen bizi zorlasa da, insani kimliğimiz ya da inançlarımız doğrultusunda bir şekilde iyi olmaya çalışırız. Ancak bazen anaç tavırlar, toplumsal normlarda saygı görmez.

Naif olmak, empati kurmak, yardım, destek... gibi sözcüklerin fiili halinin tamamen ortadan kalktığı bir rutinde, kişi ya kalabalığa ayak uydurarak yok'laşmak ya da bildiği doğruların arkasında durarak yok sayılmayı tercih eder.

Peki...

Zaman, hayat ve çeşitli karakterlerle mücadele etmeye özen gösterirkennasıl'İYİ'oluruz?

Belki de önce şu soruyla yüzleşmeliyiz:

İyi olmak mı zordur, yoksa iyi kalmak mı?

Çünkü zaman, nezaketin borsa değerini düşürdü.

Artık bir tebessüm güvenilmez bulunuyor, bir yardım eli karşılık bekliyor sanılıyor. “Bir derdi vardır kesin” cümlesi, içtenliğin altına sinsice yerleşiyor. Halbuki içtenlik bir strateji değil, bir duruş biçimidir.

İyiliğin küçümsendiği, iyi niyetin istismar edildiği bir dünyada yaşarken; nezaket, çoğu zaman sahte gülüşlerin ardına saklanıyor. Zira hoyratlığın sesi yüksek, kibarlığınki ise alçak perdeden geliyor.

Ve bu çağda yüksek ses, haklılıkla karıştırılıyor.

Ama biz yine de…

Merhaba demeyi sürdürenlerden olabiliriz. Teşekkür eden, özür dileyen, yeri geldiğinde susan, gerektiğinde sarılan insanlardan.

İyi kalmaya çalışmak, zayıflık değil, hâlâ güzelleştirebileceklere olan inancın en güçlü kanıtıdır.

Ve naif olabilmek koca gürültünün içinde bir fısıltıysa da, duymasını bilen için en derinmelodidir.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.07.2025
Tüm Yazıları

Anadolu mutfağında coğrafyanın izi

Türk mutfağında bazı yemeklere ve yapılışına sıradan bir tarifin sonucu olarak bakamayız. Nedeni ise onun içinde bu coğrafyanın dili, iklimin bir sonucu, bir annenin duası ve bir dağın sessizliği saklı…

Aslında Anadolu mutfağı, karın doyurmakla kalmaz tarih anlatır, coğrafya okutur, hafıza tazeler. Her lokma, tarlaya giden taşra yollarında çekilen meşakkatin bir sonucu, her yudum, yüksek yaylalarda sert esen sabah rüzgârı serinliğinin bir eseri sayılır.

Zira Anadolu’da yemek, yaşanır, hissedilir ve nesilden nesile aktarılır.

Anadolu toprağı ürün değil, bir hikaye üretir. Misal, Malatya’nın kayısısı lezzetli bir meyve olmasının yansıra kuraklığın sabrı ve güneşin ateşiyle yoğrulmuş adeta bir coğrafya masalı…

Van otlu peyniri, görünürde koyun sütü ve dağlardan toplanan sirmo veya sirike otlarının karışımı olabilir. Ama aslında bahar aylarında çiçek açan dağların şifası, yüzyıllardır aynı yöntemle mayalanan geleneğin ta kendisidir.

Her yörenin lezzeti, onun toprağında gizli. Güneydoğu’da yemekler acıya bulanmış, damaklar da bununla harmanlanmışsa bu coğrafyada çokça yetişen biberin etkisi bulunur. Urfa’nın isotunda bir nevi güneşin kavurucu hüznünün saklı olması gibi.

Karadeniz’de hamsi neden bu kadar sevilir bilir misiniz? Çünkü o küçük balık, fırtınalı denizlerin bir tesellisi, geçimini denizden sağlayanların bir duası kabul edilir.

Dağların yamacında yetişen kekik, ovanın ortasında filizlenen buğday, ekmek veya yemekle buluşunca lezzet ortaya çıkar değil mi? Ama işte o lezzette rüzgârın estiği yön, güneşin vurduğu açı, yağmurun düşme biçimi bile etkilidir. Aslında mutfak dediğimiz şey de coğrafyanın dile gelmiş bir hâli değil mi?

Tandır, Anadolu’nun yerle bağını anlatır; ateşle pişirmek değil, toprakla bir olmaktır esas olan. Tandırın içinden çıkan ekmek, bir nevi toprakla bağımızı ortaya koyar.

Zeytinyağlılar çoğunlukla neden Ege’ye aittir? Çünkü zeytin ağacı bölgenin kadim bilgesi, kökü derin, gövdesi vakur, yağı ise asırlık bir sükunettir.

İklim de şekillendirir sofraları. Toroslar’ın serin yaylalarında beslenen hayvanların eti çok farklıdır. Çünkü o serinlik, ete sinmiş bir doğallık bırakır.

Doğu Anadolu’da bu kadar çok kurutma yapılmasının sebebi ise kışın beyaz örtüsünün, yiyecekleri bir gardırop gibi korumasıdır. Kurutulmuş patlıcanlar, biberler, domatesler; yazdan kışa yaz taşıyan zaman tüneli gibi…

Anadolu’da her evin mutfağı, o evin mensup olduğu yörenin küçük bir temsilcisi gibidir

Yerelin lezzeti, küresel mutfaklara göre çok daha anlamlıdır bence. Çünkü bir Fransız bageti, her yerde bile aynı tadı verirken; bir Ege tarhanası, yalnızca o evdeki ocakta, o kadının eliyle, o mahalledeki suyla yapıldığında gerçek tadına ulaşır. Bu yüzden, “her köyün yoğurt mayası başkadır” der atalarımız.

Bugün gastronomiden söz açıldığında, çoğu zaman sadece tabak süslemeleriyle ilgilenen bir zihniyetle karşılaşırız. Halbuki esas mesele, o tabaktaki lezzet ve hangi topraklardan beslendiği olsa gerek. Onun için “topraktan tabağa” denir. Yani yemek değil, hikâye pişirilmeli. Çünkü bir yemeğin ruhu varsa, onu coğrafya yazar.

Bu toprakların en büyük hazinesi buğdaydan yemek ya da undan ekmek yapan bir kadının bilgeliği olsa gerek. Bana göre En kıymetli miras dededen toruna aktarılan işte bu lezzet.

Anadolu’da yemek ihtiyaçtan çok daha fazlası belki de bir ibadet. Bir niyet, bir bereket veya bir dua...

İşte tam da bu yüzden, coğrafya yemeği şekillendirir, yemek de kültürü. Anadolu mutfağı, tariften çok öte; toprağın hikâyesini, rüzgârın şiirini, dağın sabrını anlatır.

Her lokma, ait olduğu bu coğrafyaya seslenir: “Ben buradayım, bu toprakların çocuğuyum.”

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
14.07.2025
Tüm Yazıları

Bu topraklarda ilk kez bir sessizlik yankılanıyor: Bomba sesi değil, silah çatlaması değil, ağıt değil bu... Bir umut sesi, bir barış nefesi. Terör örgütü PKK, kırk yıla yaklaşan kanlı serüvenini nihayet sona erdirdiğini silahları yakarak ilan etti. Bu, sadece bir örgütün silah bırakması değil; Türkiye’nin kader defterinde yeni bir sayfa açılması lazım bence. Bu ülke; Diyarbakır annelerinin gözyaşlarıyla yoğrulmuş büyük mücadeleler verdi. Sadece güvenlik güçleri değil, yoksul köylüler, şehit anaları, göç yollarında büyüyen çocuklar da bu mücadelede yer aldı. Şimdi soruyoruz kendimize: Terörün olmadığı bir Türkiye mümkün müydü? Evet, mümkündü. Ama büyük bedeller ödeyerek geldik buraya. Ve şimdi asıl soruyu sormalıyız: Barışı sadece “sessizlik” sananlar için değil, “adalet” talep edenler için de tesis edebilecek miyiz?Bu zor bir soru ama sorulması gereken bir soru.

Silahların gölgesi sadece can almadı; tarımı kuruttu, yatırımı kaçırttı, eğitimi yarım bıraktırdı. Şırnak’ta bir kız çocuğunun doktorluk hayalini, Tunceli’de bir gencin mühendislik hevesini elinden aldı. Ama şimdi silahların sustuğu bir coğrafyada, sadece barış değil, gelecek yeniden kurulabilir.Bugün Diyarbakır’dan Hakkâri’ye, Mardin’den Bingöl’e kadar uzanan her karış toprak, üretimin, kalkınmanın, özgürlüğün ve onurun mekânı olmaya aday. Terörün gölgesinde yalnızlaştırılan doğu ve güneydoğu illeri artık Türkiye’nin ekonomik şahlanışının itici gücü olabilir. Zira huzur, sadece insanı değil, sermayeyi, bilgiyi ve umudu da cezbeder.

Silahların susması bir başarıysa, bu başarının sahibi devletin kararlılığı kadar, toplumun vicdanıdır da. Bu yüzden şimdi bize düşen görev; rövanş değil, rehabilitasyondur. Örgüte katılan her genç, potansiyel bir terörist değil, sistemin dışına itilmiş bir çocuktur. Bu çocukların neden dağa çıktığını değil, neden toprakta kaldığını sorgulamalıyız.Devlet aklıyla merhamet, hukukla toplumsal hafıza bu topraklarda yeniden barışmalıdır. Yoksa susan silahlar, yerini başka bir şiddete bırakabilir. Unutmayalım ki kalıcı barış, sadece cephaneliklerin boşaltılması değil, kalplerin de onarılmasıyla mümkündür.Artık enerji kaynağımız öfke değil, üretim olmalı. Gençlerimiz kamp yerine laboratuvarda, siper yerine sınıfta, dağ yerine kampüste olmalı. Türkiye’nin doğusu ile batısı aynı fabrikada, aynı pazarda, aynı senfoni orkestrasında buluşmalı. Terörsüz Türkiye, sadece huzurlu değil; zengin, yaratıcı ve özgür bir Türkiye’dir.

Ve bu yeni dönemde, ne Kürt’ün kimliği tehdit olarak görülmeli ne de Türk’ün hassasiyetleri göz ardı edilmelidir. Farklılıklarımız zenginliktir, ama bu zenginliği ortaya çıkarmanın tek yolu; korkularla değil, adaletle yönetilen bir demokrasi inşa etmektir. Bu barış masa başında değil, toplumun vicdanında kuruldu. Şehit analarının sessiz direnişiyle, bölge halkının cesaretiyle, askerimizin disipliniyle ve milletimizin sağduyusuyla. Şimdi görevimiz, bu barışı sadece korumak değil, büyütmektir.Eğer bu defa başarabilirsek, sadece terörü değil, korkuyu da yeneriz. Sadece dağları değil, yüreklerdeki ayrılığı da indiririz. Ve belki de ilk kez, gerçekten bir millet oluruz.Çünkü terör bittiğinde, Türkiye’nin hikayesi başlar.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
13.07.2025
Tüm Yazıları

Galatasaray’ın kiralıktan dönen, altyapıdan yetişen ve başka takımlardan transfer olan genç oyuncular için hazırlık maçları tam anlamıyla biçilmiş kaftan. Sezonun ilk hazırlık maçında Ümraniyespor’u 5-2’lik skorla mağlup eden Galatasaray’da genç oyuncular adeta makine gibiydi. Özellikle 16 yaşındaki Ada Yüzgeç’ten beklentiler çok yüksek. A Takım formasıyla ilk maçına çıkan Ada golle buluştu. Ada’nın yaşına göre oyun zekasının da yüksek olduğunu belirtmek gerek.

Beklentinin yüksek olduğu bir diğer isim ise Çağrı Balta. Fiziki açıdan muazzam bir futbolcu. Güçlü, ikili mücadelede ayakta kalmayı başaran bir isim. Forma şansı buldukça, gelişiminin daha hızlı olacağını düşünüyorum. Geçen sezon Ankaragücü’nden transfer edilen ve sakatlığı yüzünden forma şansı bulamayan Arda Ünyay ise stoperde ağabeyi Abdülkerim’den daha iyi bir performans sergiledi. Savunmadaki kesici rolü dikkatleri çekti.

Berat Luş’a da değinecek olursak, şu ana kadar süre aldığı bütün maçları çok iyi değerlendirdi. Her maç akıllarda kalıcı bir iz bıraktı. Bu sezon yedek kulübesinde mutlaka olması gereken genç oyuncu Berat. Fakat teknik ekibin düşüncesi gelişimi için genç oyuncunun kiralanması.

Kiralıktan dönen Zaniolo ise taraftarın sevgisini geri kazanmak için elinden geleni yapmaya başladı. Dün mücadele öncesi heyecanı, tribünlere yaptığı gol sevinci bunların en basit örneği. Takım içerisinde arkadaşlarıyla uyumlu halleri de dikkat çekiciydi.

Son olarak, Berkan’ın kaptan olarak çıktığı mücadelede öz güveninin daha yüksek olduğunu ve neredeyse hatasız oynadığını görmüş olduk.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş
12.07.2025
Tüm Yazıları

Türkiye, yarım asra yaklaşan kanlı bir defteri kapatmaya hazırlanıyor. PKK’nın resmen silah bırakması, yalnızca bir örgütün silahlı varlığına son vermesi değil, bölgenin istikrarsız tarihine vurulan en anlamlı mühürlerden biri. Dünya basını da bunu fark etti. Sadece Reuters’ın, BBC’nin, The New York Times’ın satır aralarına bakmak yeter: Bu, artık terörle anılmak istemeyen bir coğrafyanın yeni hikâyesi.
Uluslararası ajanslar, törenin sembolik niteliğinin altını çizdi ama şunu da teslim ettiler: Semboller, siyasetin nabzını değiştirir. Fransa’dan Le Monde’un dediği gibi, Türkiye, Irak ve DEM Parti temsilcilerinin yan yana oturduğu bir tören, düne kadar tahayyül bile edilemezdi. Bu fotoğrafın arka planında, yüz milyarlarca doların heba olduğu, on binlerce insanın toprağa düştüğü, milyonların kalbinde kapanmaz yaralar açan bir trajedi var.
Dikkat edin, Batı medyasında bile bu sürecin Erdoğan için “büyük bir politik zafer” olduğuna dair net bir kabul var. The New York Times, bunun yeni bir anayasal inşa dönemi başlatabileceğini yazıyor. Bu ifade, sadece bir yorum değil, uluslararası algının değişmekte olduğunun işareti. Türkiye, 1980’lerden bu yana PKK’nın terörü üzerinden yıpratılmaya çalışıldı. Her çatışma, Ankara’nın enerjisini tüketti; hem kalkınmanın hem siyasetin rotasını belirledi. Şimdi tablo tersine dönüyor. Artık silah değil, siyaset konuşacak.
Elbette herkes biliyor ki bu süreç kırılgandır. Al Arabiya’nın vurguladığı gibi, provokasyon ihtimali hep masada duracak. Ne var ki Türkiye bu defa çok daha hazırlıklı. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın diplomatik kapasitesi, güvenlik birimlerinin saha hakimiyeti ve toplumun değişen beklentileri, provokasyon zemininin eskiye göre daha dar olmasını sağlayacak.
Dünya basını, PKK’nın silahsızlanmasının bölge jeopolitiğinde de kartları yeniden dağıtacağını yazıyor. Suriye ve Irak’ta dengeler değişecek. Türkiye’nin bölgesel diplomasi inisiyatifi güçlenecek. Şimdiye dek her defasında “terörle meşgul bir Ankara” görüntüsü yaratmak isteyen lobiler, bu sürecin istikrarla sonuçlanmasından en çok korkan kesim. Çünkü terör sona erdiğinde Türkiye yalnızca iç barışını pekiştirmeyecek, aynı zamanda dış politikada daha iddialı hamleler için kaynak ve zaman kazanacak.
Bir detay daha var: Associated Press, törende 15 kadın PKK mensubunun bulunmasını özellikle not düştü. Bu, örgütün kadınları propaganda aracına dönüştürme stratejisinin son halkasıydı belki de. Ama Türkiye bu sefer sahici bir barış iklimi üretmekte kararlı. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında kimse silaha methiye düzemeyecek.
Sonuç olarak dünya basını haklı: Bu adım tarihi, sembolik ve umut verici. Ama unutmayalım: Semboller, güçlü bir irade ile desteklenirse kalıcı olur. Türkiye’nin yeni bir anayasal ve toplumsal mutabakat için fırsat penceresi aralandı. Bu fırsat, terörden kurtulmuş bir ülkenin, enerjisini gerçek refaha, eşit yurttaşlığa ve büyük kalkınma hedeflerine yöneltmesinin imkânını sunuyor.
40 yıllık kanlı bir defter kapandı. Şimdi söz sırası milletin iradesinde, siyasetin vizyonunda ve toplumsal sağduyuda. Ve dünya, bu sayfanın nasıl yazılacağını dikkatle izliyor.

...
Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş Paylaş